Türkiye

Published on Eylül 12th, 2022

0

“12 Eylül Solcuları ezdi fakat mücadelemizi bitiremedi”

UŞAK’TAN 12 EYLÜL TANIĞI ANLATIYOR – 12 Eylül 1980’e üniversite yıllarında tanık olan Uludağ, bugün yağanan politik gelişmeleri 1980 Darbesi’nden ayrı görmüyor. “Bugünün taşları dün döşendi” diyor ve ekliyor: “Mücadelemiz de taleplerimiz de devam ediyor…”

Özlem Kara

*Türkiye’nin yaşadığı bu karanlık günleri, ekonomik, siyasal ve sosyal krizin taşları 12 Eylül ile döşendi.

*24 Ocak kararlarının sonucu bugün hem ekonomik, tarım, sağlık, eğitim alanında kendini gösteriyor.

*O günden bugüne solcuların üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül’ün sonuçlarıdır.

Mahmut Uludağ, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin tanıklarından.

Darbe’nin üzerinden 42 yıl geçti. Türkiye demokrasisinde “kara leke” olarak anılan darbe özelikle devrimciler üzerinde derin izler bıraktı.

1955 yılında Uşak’ın Ulubey ilçesinde dünyaya gelen Mahmut Uludağ, 12 Eylül faşist darbesinin en yakın görgü tanıklarından.

12 Eylül darbesinden önce Uşak’ta yaşanan faşist saldırıları da anlatan Uludağ, 12 Eylül darbesinin devrimcilerin üzerinden silindir gibi geçtiğini söyledi. Türkiye’nin gördüğü en kanlı, en iz bırakan darbesinin 12 Eylül faşist darbesi olduğunu anlattı.

“Okul MC Hükümeti’nin işgali altındaydı”

12 Eylül faşist darbesinden önceki siyasi ortamı değerlendiren Uludağ, şu noktaları paylaştı:

“Uşak’ta o dönem devrimci hareketlerin ivmesinin daha çok olduğu bir atmosfer vardı.  Özellikle Devrimci Yol Hareketinin daha güçlü olduğu bir ildi. Uşak’ın özel ve sosyal durumu buna etkendi.

“Ama asıl buna etken olan, özellikle Ülkü Ocakları çerçevesinde bir örgütlenme ve bu örgütlenme, kendisinden olmayan herkese sokakta, sinemada nerede olursa olsun saldıran bir tarzı vardı.

“Ülkücülerin zincirli, sopalı dolaştığı bir ildi. Eğitim Enstitüsü açıldığında, enstitüye özellikle Yozgat’tan ve Adana’dan MHP üyelerinin getirildiğini gördük. Bunlar okulda zorla dergi satmaya ve bütün öğrencileri okuldan sonra toplu halde Küçük Çarşı’daki Ülkü Ocaklarına götürmeye çalışırlardı.

“Biz de belki bir elin parmakları kadardık. Çok azdık. Bu azlığımıza rağmen bunları reddediyorduk. Ülkü ocaklarına gitmemeye, dergi almamaya çalışıyorduk. Daha sonra biz okula Cumhuriyet gazetesi götürmeye başladık. Gazeteyi okulda masaya bırakırdık, faşist olmayan öğrencilerin de bize katılımını sağlamaya çalışıyorduk.

“Okul Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından işgal altındaydı. Okul idaresinin tamamı MHP’li, Ülkü Ocakları mensubu insanlardı. Biz hiçbir faaliyette bulunmazken, bize saldırırlardı. Hem biz dayak yerdik hem de okul idaresi  ‘Siz çıkarıyorsunuz’ olayları diye bize soruşturma açardı. Ayrıca polise teslim ederlerdi. Polis de bizi karakola götürüp bizi döverdi.”

2 solcu öğrenci öldürüldü

Tarih 1977 yılını gösterdiğinde, Uşak’ta daha çok sağ görüşlü grupların hakimiyeti söz konusuydu. Ülkücüler tarafından okullarda, mahallelerde baskı ve zorla “ülkücüleştirme” kampanyaları yürütüldü.

Ülkücülerin, bu baskı ve zorla yürüttüğü kampanya Uşak’taki iki enstitüye de sıçradı. Eğitim Enstitüsü’nde ülkücü ve sağ görüşlü öğrenciler yoğunluktayken, YAY-KUR’da ise solcu öğrenciler ve apolitik gençler eğitimini sürdürüyor. Ta ki 17 Mart 1977 gününe kadar.

Yaygın Yükseköğretim Kurumları (YAY-KUR), Türkiye’de 1975 yılında ‘eğitimde fırsat eşitliği’ sağlamak amacıyla kuruluyor. 17-18 Mart ‘YAY-KUR olayları’ olarak bilinen 2 günde Uşak’ta, 2 solcu öldürülüyor.

“YAY- KUR” olaylarının da görgü tanığı olan Mahmut Uludağ, o kanlı 2 günü şöyle anlatıyor:

“Eğitim Enstitüsü ile YAY-KUR birbirine çapraz bakan iki okuldu. Ara sıra devrimci öğrenciler ile ülkücü öğrenciler arasında taşlaşma olurdu.

“Sabahtan ben okula gittiğimde girişte okulun faşist öğrencileri bana saldırdılar. Beni polis aldı, karakola götürdü. Karakolda da polisler beni tartakladı. Ben karakola gittiğimde beni nezarete atıp bir süre beklettiler. O sırada faşist öğrenciler, kadın solcu öğrencileri de dövmüşler. Daha sonra da YAY-KUR ile Eğitim Enstitüsü arasında bir taşlaşma başlamış.

“Bu arada Haydar Öztürk adında bir arkadaşımızı Yozgatlı silahlılardan bir tanesi silahla ateş açıp vuruyor. Arkadaşımız hastaneye kaldırılıyor, o ara beni ifade almak için aldı polis.

“O sıra anons edildi ‘bir öğrenci vuruldu’ diye. Anonstan sonra bana bir iki tokat tekme vurup ‘hadi git’ dediler. Oradaki bütün polisler de Eğitim Enstitüsüne gittiler. Orada da çatışma devam etti. Ben de YAY-KUR’daki arkadaşlarımın yanına gittim. Taşlaşma durmuş, araya polis girmiş iki okul arasına barikat kurulmuştu. Biz o arkadaşlarla birlikte Haydar Öztürk arkadaşımızın yanına gittik.

“Bir süre sonra Haydar’ı kaybettiğimizi öğrendik. Kaybetmemizin nedeni de Kemal Savaş diye bir doktor vardı. O doktor ‘bu komünist ben ilgilenmem’ dediği için arkadaşımızın kan kaybından hayatını kaybettiğini öğrendik. Hastanedeki kalabalık giderek arttı. Halk da bize katılmaya başladı. Bunun üzerine bize ‘Kemal Savaş’ın arabası bu’ denildi, bir araba gösterildi. Bu arabayı yan yatırdı bu kalabalık. Hastaneye girdik.

“Kemal Savaş’ı aradık. Ama arka kapıdan polis kıyafetleri ile çıkarıldığı nı öğrendik daha sonra. Sonra biz hastaneden cenazeyi aldık, YAY-KUR’a getirdik. Hem hastane önünde, hem de Okulun önünde Aslan Yalçın diye bir arkadaşımız konuşma yaptı.

“Bu konuşmadan sonra da Haydar’ın cenazesini okulun girişine koyduk ve 4’erli 4’erli nöbet tutmaya başladık. Akşam vakti halktan insanlar okulun önüne gelmeye başladı. Halk bize yemek getirmeye başladı. Orada müthiş bir kalabalık vardı, sanki bütün Uşak oraya seferber olmuştu. İlerleyen saatlerde aileler evlerine dönmeye başladı.

“Saat 12 sularında bütün çevre illerden jandarma ve polis takviye edilmiş. Ve o sırada YAY-KUR’u sardılar ve operasyon yapmaya başladılar. G3 Menzili kadar yaklaşıp dışarıdan okulu taramaya başladılar. Okul 3 katlıydı. Her katta arkadaşlarımız vardı. Ben zemin kattaydım.

“Zemin kattan da okulun arka kısmına açılan bir pencere vardı. O pencereden atlayıp kaçan arkadaşlarımız oldu. Ama kim kaçtıysa vuruldu. Semiha Özakar diye lisede okuyan bir arkadaşımız vardı Semiha da oradan atlayan arkadaşlarımın arasındaydı. Semiha göğsünden vuruldu onu da orada kaybettik.

“Daha sonra onu içeriye çektik. Polis daha sonra kapıya geldi biz barikat kurduk. Epey bir direndik orada daha sonra polis barikatı açtı. Cenazeleri aldı, bizi aldı. Etten barikat ördüler. Bizi kelepçeleyip otobüslere attılar. Bu etten barikattan geçerken bütün jandarma bizi dipçikleyerek otobüse kadar getirdiler.

“Bizi Bölge Trafiğin bodrum katına yaklaşık 200 kişiyi oraya attılar. İçimizden birkaç arkadaşı tek tek çekip falakaya yatırıp işkence yaptılar. Özellikle gündüz konuşan arkadaşımız Aslan Yalçın’ı aradılar. Orası karanlıktı bu yüzden polisler bizim yüzümüze fener tutarak Yalçın’ı aradılar.

“Biz de Yalçın’ı almasınlar diye ayaklarımızın üstüne yatırıp gizledik. Orada bir gece kaldık. Bir gün sonra saat 15’e doğru bizi bırakmaya başladılar.

“Okulun son katında kalan arkadaşlarımız sabaha kadar direnmiş. Sabah o arkadaşlarımızla birlikte bütün Uşak halkı toplanarak valiliğin önünde bizi bırakmayı talep etmişler. Onun üzerine bizi bırakmışlar. Jandarma orada toplanan kitleyi de taramış.

“Yakın zamana kadar oradaki duvarların üzerinde mermi izleri görünüyordu. Yeni restore edilerek o G3 mermi izlerini kapattılar. Bu olaydan sonra Uşak’ta devrimciler ile halkın bağlarını güçlendiren bir direniş oldu 16-17 Mart olayları. Biz o süreçten sonra Devrimci Yol Hareketi olarak daha güçlü bir hale geldik…”

“Taleplerimiz aynı”

Şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizin taşlarının 12 Eylül’de döşendiğini aktaran Uludağ, son olarak şunları söyledi:

“12 Eylül’de bir bölüm arkadaşımız içeri girdi, bir bölüm arkadaşımız da dağlarda sığınaklarda yaşamaya başladı. 82 yılı sonuna kadar dağlarda yaşayan arkadaşlarımız 12 Eylül Cuntasına karşı mücadele etti. Bu arkadaşlarımızdan bir bölümünü kaybettik, bir bölümü ile şu an Sol Parti’de mücadele ediyoruz.

“12 Eylül dönemindeki taleplerimiz doğrusunda bugün de aynı taleplerimizle mücadeleye devam ediyoruz. Bugün Türkiye’nin yaşadığı bu karanlık günleri, ekonomik, siyasal ve sosyal krizin taşları 12 Eylül ile döşendi.

“24 Ocak kararlarının sonucu bugün hem ekonomik, tarım, sağlık, eğitim alanında kendini gösteriyor. O günden bugüne solcuların üzerinden silindir gibi geçen 12 Eylül’ün sonuçlarıdır…”


Sayılarla 12 Eylül Askeri Darbesi

Sivil mahkemelerde açılan davalar (1980-88): 9,508 

Yargılanan “örgüt üyesi” : 98.404

Hüküm giyen “örgüt üyesi”: 21.764         

“Yurda dön” çağrısı yapılanlar: 29.000    

Vatandaşlıktan çıkarılanlar: 14.000         

Pasaport verilmeyenler: 388.000

Faaliyetten men edilen dernek: 23.700 

Hakkında soruşturma açılan dernek :                 

Toplam 644 cezaevindeki hükümlü-tutuklu : 52.000 (1990’da kalanlar)       

Toplam ölü (eceliyle): 229

Kuşkulu ölüm: 144 

Açlık grevinde ölenler: 14 

Kaçarken vurulanlar: 16    

“Çatışma”da öldürülenler: 74       

Doğal ölüm raporu verilenler: 73 

“İntihar” ettiği bildirilenler: 43       

“Nedeni belirsiz” ölenler: 2

İşkence sonucu öldürülenler: 171

Açılan işkence soruşturma veya davası: 9.962 (1982-1988 arası)    

İşkence yaptıkları suçlamasıyla yargılanan güvenlik görevlisi : 544    

1981 yılı Nisan-Mayıs aylarında ödüllendirilen güvenlik görevlisi: 1.002       

1402 Sıkıyönetim yasasına göre yapılan işlem : 18.525

Hakkında işlem yapılan memur: 7.245   

Hakkında işlem yapılan öğretmen: 3.854

Hakkında işlem yapılan güvenlik görevlisi: 988 

Hakkında işlem yapılan din görevlisi: 266

Hakkında işlem yapılan öğretim görevlisi: 120 

Hakkında işlem yapılan mülki amir: 35

Hakkında işlem yapılan hakim-savcı: 47

Bölge dışına sürülenler: 7.233

Görevlerine son verilenler: 4.891

Cezaevlerindeki gazetecilerin aldığı ceza toplamı: 3.315 yıl 3 ay

İstanbul gazetelerinin yayın yapamadığı gün sayısı: 300 gün

Gazetecilere istenilen hapis cezası: 4.000 yıl

Cezaevlerindeki gazeteciler: 31

Polisçe aranan gıyabi tutuklu gazeteciler: 13

Silahlı saldırıda öldürülen gazeteciler: 3

Yalnızca 1989’da 16 günlük gazeteye açılan dava: 394

Tazminat davalarının sayısı:211

İstenilen tazminat miktarı: 12 milyar 848 milyon

Yakılarak yok edilen gazete, dergi, kitap: 39 ton

Yok edilmek üzere depolarda bekleyen yayın: 40 ton

Basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa sayısı: 151

Yasaklanan yayın sayısı: 927

Yasaklanan film sayısı: 927

Kağıt oranlarının artış oranı: 13

Haklarında idam cezası istenenler: 7.000

Ölüm cezası verilenler: 517

Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam cezası: 124

Dosyası Meclis’te bulunan idam hükümlüsü: 259

İnfaz edilen idam cezası: 50

İnfaz edilen sol görüşlü idam mahkumu: 18

İnfaz edilen sağ görüşlü idam mahkumu: 8

İnfaz edilen yabancı ( Ermeni ): 1

İnfaz edilen adli suçlu: 23 

1980 – 1985 yılları arasında…  

22.912 kişiye 0-1 yıl ceza verildi 

10.784 kişiye 1-5 yıl ceza verildi 

6.186 kişiye 5-10 yıl ceza verildi 

2.396 kişiye 10-20 yıl ceza verildi

939 kişiye 20 yılın üzerinde ceza verildi 

630 kişiye müebbet hapis cezası verildi

420 kişiye ölüm cezası verildi

* Bu rakamlar Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığından temin edildi.  Ayrıca bu rakamlar 1990 TBMM açılışında Adalet Bakanlığı’nın raporunda sunuldu.

Gerçek durumun rakamsal ifadesi çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Çünkü, darbe ile birlikte kapatılan partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve yine tüm bu kuruluşların gözetime alınan, sorgulanan siyaset yasakları getirilen başkanları, yönetim kurulu üyeleri ile ilgili rakamlar eklenmedi.

(Bianet – ÖK/EMK)

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑