Makaleler

Published on Eylül 1st, 2023

0

Atatürkçülük tartışması: Sınıf, ideoloji ve ittifak politikasının aynası! | Yusuf Karadaş


-Atatürkçüler eğer işçi sınıfının iktidarını savunmuyorlarsa, onlarla hangi kamuculukta birleşeceğiz?
-Bugün laikliğin kazanımlarını savunmaya çalışmak, dini kontrol altında tutmaya dayalı Kemalist laikçiliğin yarattığı sorunları görmezden gelmemizi gerektirir mi?
-Kürt ulusunun hak eşitliğinin sağlanmadığı koşullarda Atatürkçülerin ve sosyalistlerin yurtseverlik anlayışları aynı olabilir mi?

Fatih Yaşlı’nın Sol Haber Portalı’nda yayımlanan “Bir anomali hali: Atatürkçülüğün yokluğu” yazısı, bu köşede yayımlanan “Meğer tek eksiğimiz Atatürkçülükmüş!” yazılarında eleştirilmişti. Yaşlı’nın yazısı, sosyalist sol ve Atatürkçülük arasında kurduğu ilişki ve Atatürkçülüğü kendisini var eden tarihsel-toplumsal süreçlerden soyutlayarak ona devrimci nitelikler yüklemesi nedeniyle eleştirilmiş ve yine “bağımsızlık, yurtseverlik, halkçılık, kamuculuk, laisizm” gibi Atatürkçüler ve sosyalist solun “ortaklaşabileceği” iddia edilen konulardaki farklılıklara dikkat çekilmişti.

Fatih Yaşlı arkadaşımız bu eleştiriye cevaben “Tek eksiğimiz Atatürkçülük mü?” başlıklı bir yazı yazdı. Ancak bu yazıda da eleştiri konusu yaptığımız noktalara değinmeden, beni liberalizmle dirsek teması içinde olmak ve diyalektiği anlamamakla eleştiriyor ve dahası savunmadığım görüşleri savunuyormuşum gibi bazı açıklamalarda bulunuyor.

Yaşlı yazısında “Osmanlı-Türkiye modernleşmesini anlamada diyalektik yöntemi kullanamadığımızı”, sürece “Etnik ve dini çatışmalar penceresinden baktığımızı” ve “Cumhuriyet’in kazanımlarını küçümsediğimizi” iddia ediyor.

Oysa yazımın en başında Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarına bunların sınırlılıkları ile birlikte işaret edilmiş fakat Şefik Hüsnü’den bu yana solun bir kısmının bunları sahip olmadıkları kadar devrimci nitelikler yükleyerek sahiplenmesi eleştiri konusu yapılmıştı. Ancak arkadaşımız, burjuvaziye sahip olmadığı niteliklerin atfedilmesi eleştirisine yanıt vermek yerine bizim “tarih ve sınıflar üstü bir devlet tarifi” yaptığımız ve sorunu ele alışımızda “Türkiye tarihini sınıflar mücadelesi üzerinden değil merkez-çevre ikiliği üzerinden okuyan liberal bakış açısının izleri” olduğunu iddia edebiliyor.

Öte yandan sorunu sınıfsal bakış açısının dışında ele alan da Yaşlı’nın kendisi. Çünkü benim Kemalizm’in sınıf karakterine yaptığım vurgu için “Bunlar zaten biliniyor” diyor ama devamında da “kurucu kadroların kapitalizm tercihi”nden söz edebiliyor. Demek ki ortada “zaten bilinen” ya da “ortak fikirde olduğumuz” bir durum yok. Çünkü “kurucu kadroların kapitalizmi tercihi”nden söz etmek, onlara sınıflar üstü nitelikler yüklemek ve onların sonradan kapitalistleştiklerini söylemek anlamına geliyor. Dahası Türkiye sol tarihinde “kurucu kadroların kapitalizm tercihi”nden söz edenler, Kemalizm’i küçük burjuva radikal hareketi (Demek ki aynı burjuvaziden söz etmiyoruz) olarak gören ve sonradan kapitalizme yöneldiğini savunan bir çizgiyi temsil ediyor. Zaten Kemalizm’e yüklenen sınıflar üstü ilerici/devrimci nitelikler de bu bakış açısından kaynaklanıyor.

Acaba hangisi liberal bakış açısı ve hangi bakış açısında diyalektik işletilmiyor: Kemalizm’e/Atatürkçülüğe ortaya çıktığı tarihsel-toplumsal süreç ve geçirdiği değişimden bağımsız olarak sınıflar üstü devrimci nitelikler yükleyen mi, yoksa sınıfsal temelde olumlu ve olumsuz yönleriyle eleştirisini yapan mı?

Gelelim arkadaşımızın benim söylediğimi iddia ettiği şeyler üzerinden yaptığı güncel tespitlere…

Yaşlı, bugün “Devlet ideolojisi ya da egemen sınıflar içinde Kemalist ya da Atatürkçü olarak adlandırılabilecek bir klik ya da fraksiyon olmadığı”nı söylüyor. Kemalizm’i küçük burjuva radikalizmi olarak tanımlayıp bu burjuva hareketin geçirdiği dönüşüm göz ardı edilince ki Kemalizm’in Atatürkçülük haline gelmesi ve CHP’nin geçirdiği değişim de dönüşümün bir ifadesidir- Yaşlı arkadaşımızın kafasındakine uygun bir Kemalizm ya da Atatürkçülük de bulunamıyor!

Ancak daha önceki yazılarda da işaret edilmişti: Cumhuriyet rejiminin Kemalizm’e atfedilen niteliklerden uzaklaşması; emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin geliştirilmesi ve mesela laiklikten ilk tavizler, daha tek parti döneminde ve İnönü başta iken verilmeye başlanmıştı. Dolayısıyla tarihsel-toplumsal süreç ve ilişkilerden yalıtılmış, arkadaşımızın kafasındakine uygun bir Kemalizm ya da Atatürkçülük icadı da mümkün değildir.

Bunları söyleyince “Erdoğan’ın Kemalistleştiği” tespitini (liberallerin yaklaşımı) de yapmış olmuyoruz. Aksine Erdoğan gericiliğinin hem Atatürk istismarcılığı yaptığı ve hem de cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalıştığı konusunda aynı fikirde olduğumuzu daha ilk yazımın başında belirtmiştim.

Yaşlı, benim Atatürkçülüğü bir burjuva hareket/ideoloji olarak nitelememden kendini Atatürkçü olarak gören milyonlarca emekçiyi elimin tersiyle ittiğim/ittiğimiz sonucunu çıkarıyor. Diyalektik böyle bir şey olmasa gerek!

Atatürkçülüğün etkisi altındaki emekçi kitleleri kazanmak için Atatürkçülük ve sosyalizm arasında ortak noktalar icat edeceksek herhalde dinin etkisi altındaki emekçileri kazanmak için de “din kardeşliğinden” başlamamız gerekiyor!

Oysa benim/bizim söylediğimiz açıktır: Bizim işimiz, Atatürk ya da Atatürkçülük düşmanlığı değildir. İster kendini Atatürkçü olarak görsün ister dinciliğin etkisi altında olsun, işçi sınıfı ve emekçileri kazanacağımız esas alan sınıf/emek mücadelesidir. Onları sınıf mücadelesine kazanabildiğimiz oranda Atatürkçülük ya da dincilik, burjuva ya da gerici akımların etkisinden koparabilir ve kendi sınıf politikasına kazanabiliriz.

Fatih Yaşlı’yla laisizm konusunda anlaşamadığımız nokta da budur. Laisizmin sınıf mücadelesine eskilerin tabiriyle ‘şirk koşulmasının’ dinciliğin etkisindeki işçi ve emekçileri kendi sınıf politikasına kazanmanın önünde yaratacağı zorluklara işaret etmemizden-ki bu konuda Lenin ve Engels’in söyledikleri oldukça açık olduğu için uzun uzadıya tartışma gereği görmedik- “laisizmin bugün işçi ve emekçilere lazım olmadığı”nı söylediğimiz sonucunu çıkarılıyor.

Geçtiğimiz günlerde Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Şireci Tekstil’deki işçi direnişi, bizim söylemek istediğimizin somut bir örneğini oluşturuyor. AKP’li Belediye Başkanı Fatma Şahin, büyük bir bölümü dinciliğin-muhafazakarlığın etkisi altında olan direnişçi işçilere Şireci patronunun hayırseverliğinden, yaptırdığı camiden söz ediyor. Ama normal zamanlarda patronlarla aynı camide namaz kılan direnişçi işçiler, bu kez kendi sınıf çıkarları etrafında birleşiyor ve patronla görüşmek üzere EMEP Milletvekili Sevda Karaca’yı temsilci olarak seçiyor. Dolayısıyla işçilerin dinciliği sorgulamasının ve laisizme kazanılmasının hareket noktasını sınıf mücadelesi oluşturuyor. Bizim söylediğimiz de bundan fazlası değildir.

Son olarak Fatih Yaşlı benim eleştirimin “kilit noktası ve esas kaygısı”nın “Kürt sorunu” olduğunu söyleyerek bir niyet okuması da yapıyor. Bu köşenin okurları bilir, eğer derdimiz Kürt sorunu üzerinden bir tartışma yürütmek olsaydı herhalde bu en kolay yapılacak şey olurdu. Oysa iki bölümlük yazıda Kürt sorununa ilk gün Kemalizm’in sınıf karakterine dair yapılan vurguda ve ikinci gün Atatürkçü ve sosyalist yurtseverliğin aynı olmadığı/olamayacağı belirtilirken değinilmekle yetinildi. Tam aksine bu yazılarda Kemalizm ve sosyalizmin “ortaklaşabilecekleri” belirtilen noktalar üzerinden bir tartışma yürütüldü. Dolayısıyla burada meseleyi Kürt sorununa kilitleyerek bu soruların/sorunların üstünden atlamanın gerekçesi yapan biz değiliz.

O zaman Yaşlı arkadaşımıza sorduğumuz ama yanıtını alamadığımız soruları bir kez daha hatırlatalım:

Atatürkçülüğün ve sosyalistlerin halkçılığı hangi sınıfsal zeminde ortaklaşabilir?

Atatürkçüler eğer işçi sınıfının iktidarını savunmuyorlarsa, onlarla hangi kamuculukta birleşeceğiz?

Bugün laikliğin kazanımlarını savunmaya çalışmak, dini kontrol altında tutmaya dayalı Kemalist laikçiliğin yarattığı sorunları görmezden gelmemizi gerektirir mi?

Kürt ulusunun hak eşitliğinin sağlanmadığı koşullarda Atatürkçülerin ve sosyalistlerin yurtseverlik anlayışları aynı olabilir mi?

Madem yeri geldi o zaman soralım: Ortaklaşmak için Atatürkçü bir odak ararken hem sosyalizm mücadelesinin alanını genişletecek bir demokrasi sorunu olan ve hem de Türk ve Kürt işçi sınıfının arasındaki milliyetçi duvarları yıkarak mücadele birliğinin sağlanması bakımından hayati bir önem taşıyan Kürt sorunundan özenle uzak durmak yaklaşımı, acaba hangi ideolojik-politik kaynaklardan besleniyor?

Bitirirken hatırlatmakta yarar var: Başlarken Fatih Hoca’nın görüşlerinin Türkiye sol-sosyalist hareketi içinde bir eğilimi temsil ettiği için tartışma konusu yapıldığı belirtilmiş ve bu tartışmanın dönemi anlamak ve geleceğe dair politikaları belirlemek bakımından önemine işaret edilmişti.

Türkiye sol-sosyalist hareketin sorunu, Atatürkçülük gibi ittifak yapabileceği odakların noksanlığı değil; işçi sınıfı ve halkın en acil talepleri etrafında birleşme ve kendini güçlü bir odak olarak örgütleme konusunda gerekli adımları hâlâ atamamış olmasıdır.


Yusuf Karadaş – Evrensel – 01.09.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑