Feminizm

Published on Ağustos 14th, 2023

0

Feminist bir Barbie mi?


Çok da değil. Son dönemlerin en yetenekli sinemacılarından biri olan ve “Frances Ha” ile gönlümüzü fetheden Greta Gerwig’in yeni filmi Barbie’ye yakından bakalım.

Tuğçe Yılmaz – bianet

Frances Ha” (2013) ve “Lady Bird” (2017) filmleriyle sadık bir izleyici kitlesi kazanan 1983 Amerika Birleşik Devletleri doğumlu senarist, oyuncu ve yönetmen Greta Gerwig, şimdi bu kitleyi partneri Noah Baumbach’la birlikte “Barbie” (2023) filmine taşıdı. Biz de bu sayede yaklaşık bir yıldır reklam kampanyalarına denk geldiğimiz, her yerin tıpkı toplumsal cinsiyet normları ile büyütülen kız çocuklarının dünyasında olduğu gibi pembeye boyandığı bu evrene 2023 yılında yeniden bakmak zorunda kaldık.

Sinema salonları Barbie’yi izlemek isteyenlerle dolup taştı. İngiltere’de, Covid-19’un Omicron varyantının alt türevi olan Eris (EG.5.1) ülke genelinde hızla yayılırken bilim insanları bu artışın, Barbie ve Oppenheimer filmlerinin aynı anda vizyona girmesi ile milyonlarca insanın sinemaya gitmesinden kaynaklanmış olabileceğini duyurdu.

İngiltere Sağlık Güvenliği Ajansı’na (UKHSA) göre yeni varyant Eris, ülke genelindeki her yedi yeni vakadan birini oluşturuyor.

Mattel

Filme ve Gerwig’e ilham veren ve olanca yapaylığıyla hepimizin çocukluğunda gönlünü fetheden Barbie bebeklerini 1959 yılında Mattel şirketi hayatlarımıza soktu.

Slime hamuru, Fisher Price, Monster High bebekleri, Hot Wheels ve Matchbox oyuncakları, American Girl bebekleri üreten ve 80’lerin başlarında, video oyun sistemlerini yapan şirketin adı 1945’te şirketi kuran Harold “Matt” Matson ve Elliot Handler’a ithafen veriliyor. İş insanı ve Handler’ın karısı da olan Ruth Handler, daha sonra şirketin başına geçiyor ve Barbie ürün hattının kurulmasına öncülük ediyor.

Elbette kendi deneyimimden yola çıkarak filmin tanıtım videoları ve reklam çalışmaları dönmeye başladığı andan itibaren Barbie bebeklerimi düşündüm. Sıradan oyuncak gibi olmayan bu bebekler, dört dörtlük bir kadın bedeni temsili ve aslında bir çocuk oyuncağı olarak düşündüğünüzde biraz da rahatsız edici. Bebeklerin bacakları, memeleri, elleri, saçları; kısacası her şeyi kusursuz. Hatta biyolojik olarak ne kadar eğilip bükülebilirse o kadar eğilip bükülebildikleri için ayak tabanları dahi topuklu ayakkabılara göre dizayn edilmiş. Ben bu bilgiyi, yıllar sonra bu filmle hatırladım.

Barbie bebeklerimi düşündüğümde aslında onlara sahip olmamın görece güç olduğunu da hatırladım. Çünkü döneme göre tuzlu bir fiyatı vardı bebeklerin; fakat zamanla –örneğin yılda bir kez– bir bebek elde edebilme şansı yakalamıştım. Ancak bana hitap ediyor muydu bu bebekler, o zaman bile çok emin değildim. Arkadaşlarımın alıp yatağından arabasına sürükledikleri Barbie’yle ben daha çok saçını keserek, makyajını asetonla bozarak ve ona yeni giysiler dikerek ilgilendim.

Fazla yapay bu bebekle ilgili algım ise ilk kez altı-yedi yaşlarımda bozuldu. Babaannemle Çıkrıkçılar Yokuşu’nda denk geldiğimiz bir oyuncakçıda, Mattel’in ilk kez 1995’te üretmeye başladığı “Kızılderili Barbie” satılıyordu. O gün o oyuncakçıdan Kızılderili Barbie’yle çıktım ve bu bebek başından itibaren benim için daha ilgi çekici bir oyuncak oldu. Şu an onu bir yerlerde bulmayı çok isterdim.

Margot Robbie (Barbie) ve Ryan Gosling’in (Ken) başrollerini paylaştığı film ise benim gibi çocukların yaşadığı coşkuyu, maruz kaldıkları algı bozukluklarını ve muhteşem hayal kırıklarını bir nevi Kızılderili Barbie’nin yaptığı gibi eğip büküyor. Bugüne dek toplumsal cinsiyet eleştirilerinden çokça nasibini alan Barbie ve temsil ettiği tipik güzellik algısı, bir de Greta Gerwig’in eleştiri radarına giriyor.

Filmde Barbieland’deki hayatına sorunsuz bir şekilde ve her gün aynı mutluluk ve huzurla devam eden Barbie’nin zihnine “ölüm” fikri düşüyor. Artık neredeyse “ölümlü” hale gelen Barbie’nin zamanla bacağında selülitler meydana geliyor, ağzı kokuyor, ayak tabanı düzleşiyor ve tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi mutsuz ve depresif uyanmaya başlıyor.

“Cinsel organımız yok”

Yazının bundan sonrası filme dair sürpriz gelişmeleri açık edebilir.

Bu andan itibaren Barbie’nin günden güne nasıl “bozulduğunu” ve insanlara özgü kaygılara nasıl yenik düştüğünü görüyoruz. Gerçek dünyada kendisiyle oynayan insanın hüznünün sirayet ettiği Barbie’nin eski mutlu günlerine dönebilmesinin tek yolu ise bu hüzün çemberinden o insanı çıkarmak. Gerçek dünyaya uzun bir yolculukla varan Barbie, kendisini üretenlerin ve dünyada sözü geçenlerin tamamının erkek olduğunu, güç verdiğini sandığı genç kadınların, temsil ettikleri nedeniyle ondan “nefret” ettiğini görünce derin bir hayal kırıklığı yaşıyor.

Film tam da burada devreye Ken’i sokuyor. Barbieland’de arzu ettiği saygı ve ilgiyi göremeyen Ken, gerçek dünyada erkeklerin kurduğu hakimiyete hayran kalıyor ve anında patriyarkanın kuş tüyü yastıklarına kendini bırakıyor. Barbieland’de, Barbie’nin erkek arkadaşı olarak varolabilen Ken, burada sadece Ken. Gerçek dünyaya geldiği ilk andan itibaren buraya uyum sağlaması ise muazzam bir düşüş. Örneğin Barbie, erkeklerin bakışlarından rahatsız olup çok iyi bir “taciz” tanımı yaparken bir yandan benliğini de korumaya çalışıyor ve tacizlerden sonra “Benim vajinam yok. Onun (Ken) da penisi yok. Bizim cinsel organımız yok,” diyor. –Barbie’lerin genitalleri bebek formlarında yok–. Ancak Ken, buna anında itiraz ediyor.

Zorunlu güzellik

İki evren arasındaki denge tüm bu gelişmelerle gittikçe bozulurken Barbie şimdi varoluş sancısı yaşamaya başlıyor. Burada gerçek dünyadan gelen ve Barbie’mizi bozan insanın attığı tiratlar, erkekler tarafından beyni yıkanan tüm Barbie’lerde çalışıyor. Elbette bizim de. Burada belki de en etkileyici kısım, Barbie’nin insanının beyaz ve erkek dünyanın kadınlara ne yaptığıyla ilgili olan konuşması. Yani bu dünyanın kadınları nasıl bozduğu.

Konuşmanın içeriği özetle şöyle: Sadece kadın olduğunuz için insanların, yöneticilerinizin, aile üyelerinizin sizi sevmemesi yine sizin sorununuz ve muhtemelen onların suyuna giderek bu sorunları çözebilirsiniz. Dış görüşünüz bu hayattaki en önemli şey. Yani zayıf olmalısınız; ama çok da zayıf olmamanız gerekiyor. Her zaman güzel olmanız gerekiyor.

Erkekler sizden etkilenmeli; ancak onları korkutmadan bunu yapmanız gerekiyor. Anne olmanız gerekiyor; ancak çocuklu bir kadın olmanız da sizi yine yalnızlaştırabiliyor. Her zaman güzel olmanız gerekiyor.

Her daim genç, dolgun dudaklı, akıllı ve çoğu zaman da komik olmanız gerekiyor. Ama yine erkekleri ürkütmemek için çok da akıllı olmamanız lazım. Her zaman mutlu olmanız ve birlikte olduğunuz erkeği de mutlu etmeniz gerekiyor. Depresyonda olmamanız gerekiyor. Her zaman güzel olmanız gerekiyor. Yani şöyle 90-60-90 bir vücuda ve kendiliğinden yüksek tabanlı ayaklara, parlaklığıyla göz alan saçlara, inci gibi dişlere sahip olmanız gerekiyor.

Toplumsal cinsiyet çalışmalarının bu denli derinleştiği, beslendiği ve hatta artık kendi içinde dahi başka bir seviyeye eriştiği noktada, Barbie’nin feminist eleştirisi elbette vizyonda da toplumda da tutacaktır; ancak bu kadar mı, emin değilim. Kendi açımdan filmin başından itibaren aradığım o parlak fikre ya da tirada asla erişemedim. Bunu dert ediniyorum çünkü Gerwig gibi bir yetenekten beklediğim buydu. Filmin özellikle aksayan son 20 dakikası, o salondan beni tebessümle çıkarmadı. Fakat evet özellikle Barbie bebeklerin dünyasına hapsedilen ve hâlâ o dünyada yaşamak zorunda bırakılan genç kadınlar için keyifli uyanışlar sağlayabilir film.

Unutmadan ekleyelim, filmin gösterimi Kuveyt ve Lübnan’da “toplum ahlâkına” uymadığı ve “eşcinselliği özendirdiği” gerekçesiyle yasaklandı. “Eşcinselliği özendiren” bir sahne izlediysek de hatırlamıyorum; fakat trans bir Barbie vardı filmde!

Güzel ülkemiz bu yasaktan neden geri kalsın?


Greta Gerwig’in diğer işleri



“Frances Ha,” 2013 yapımı siyah-beyaz bir komedi-drama filmi. Noah Baumbach’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Baumbach ile Greta Gerwig’in birlikte yazdığı filmde, aynı zamanda başrolde yer alan Greta Gerwig, Frances Halladay adlı karakteri canlandırıyor.

Film, Frances’ın 30’lu yaşlarının sonlarındayken New York’taki “aşırı başarısız” hayatını ve ilişkileri nasıl dengelediğini anlatıyor.
Film, arkadaşlık, hırs, kimlik ve büyüme zorlukları gibi temaları ele alıyor; fakat bunları hiç de üzücü olmayan bir şekilde işliyor. Üzücü olmaması önemli, çünkü aslında Frances’ın kendine ait bir evi yok, bir dans grubunun üyesi; ancak dans etmeyi bilmiyor. En yakın arkadaşıyla da artık eskisi gibi görüşmüyor.

Film, performansları, senaryosu ve yönetmenin bakış açısıyla pek çok övgü aldı ve Greta Gerwig ile Noah Baumbach’ın isimleri, bağımsız sinemanın önemli isimleri arasına yazıldı.

Gerwig, daha sonra “Lady Bird” (2017) filmini yönetti. Genç bir kadının büyüme hikâyesini anlatan film, Gerwig’i hem yönetmen olarak hem de senarist olarak daha geniş kitlelere tanıttı. Gerwig, bu filmle 90’ıncı Akademi Ödülleri’nde pek çok dalda aday olma başarısı kazandı.

Görseller: IMDB


Tuğçe Yılmaz – bianet – 14.08.2023)

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑