Tarih

Published on Temmuz 19th, 2023

0

Spor tarihimizde bir gezinti | Ayşe Hür


Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın ilk kez dünya şampiyon olmasıyla spora ilgi artmışken (futbol hariç) belli başlı spor dallarının bu topraklardaki serencamına dair derlediğim bilgileri paylaşayım dedim. Elbette özetin özeti olarak… İyi okumalar…


ATLETİZM

Osmanlı ülkesinde atletizm alanındaki ilk adımlar, 1863’te Robert Kolej’de öğrencilerin okulda koşu çalışmaları yapmaları; 1870’te Mekteb-i Sultani (bugünkü Galatasaray Lisesi) jimnastik öğretmeni Mösyö Courel’in 1870’de öğrencilerini Kağıthane’de koşturması olmalı. Adı geçen iki okulda atletizme en çok ilgi duyanlar Rum öğrencilerdi. Tatavla Kulübü’den Konstantin Devecis ile Kosta Celepoğlu bu konuda ilk “parlayanlar”dı.

1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilanından sonra spor kulüpleri resmileşirken Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ile Burhan ve Fedai (Felek) kardeşlerin yöneticisi olduğu Anadolu Spor Kulübü atletizme ilgi göstermeye başladılar. 1912’de Stockholm Olimpiyatları’na kendi olanakları ile giden Vahram Papazyan ve Mıgır Mıgıryan adlı iki Ermeni sporcunun hikayesi ise başlı başına anlatılmayı hak ediyor. O yüzden şimdilik bu kadarla bırakıyor ve devam ediyorum.

1913’te Anadoluhisarı İdman Yurdu tarafından Anadoluhisarı’ndaki “Er Meydanı”ndaki yarışmalara katılan Naile, Fahriye ve Faide hanımlar ise “ilk Türk bayan atletleri” olarak geçti resmi tarihe. Cihan Harbi ile atletizm merakı sönerken Cumhuriyet’le birlikte yeniden ilgi başladı. 1924 Paris Olimpiyatları’na takımı hazırlamak için Almanya’dan getirilen Abrahams’ın çabalarıyla yeni şampiyonlar çıktı.

O kadar çok başarılı isim var ki, sayıp sizleri yormak istemiyorum ama herhalde çoğumuz TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın 1928-1935 arası Türkiye millî atletizm takımında yer aldığını, Balkan Oyunları’nda yedi kez yarıştığını, bu dönemde 100 ve 200 metre bayrak yarışlarında Türkiye rekorları kırdığını, 1931’deki Balkan Şampiyonası’na katılan 4×100 bayrak takımının üyesi olduğu halde, arkadaşı Semih Türkdoğan ile birlikte yanlı olduğunu düşündüğü için bir yıl önceki yarışta protesto ettikleri Yunan hakeme tekrar görev verildiğini görünce, yarışmayı Yunan Başbakanı Venizelos ile birlikte tribünlerden izleyen Türkiye Başbakanı İsmet Paşa’nın talimatına rağmen yarışmaya katılmadığı için ömür boyu spordan men edildiğini biliyor muydunuz? Benim kuşağım 1948 Londra Olimpiyatları’nda üç adım atlamada ve 1951’de Avrupa Şampiyonası’nda bronz madalya alan Ruhi Sarıalp’i ve 1968 Mexico City Olimpiyatları’nda maratonda dördüncü olan İsmail Akçay’ı ise mutlaka anımsar.

BASKETBOL

Osmanlı döneminde basketbol ilk kez 1904 yılında Robert Kolej’de oynandı. ABD’den gelen genç bir öğretmendi ilk çalıştırıcı ama onun geri dönmesiyle bitti bu “ilk basketbol” macerası. 1911’e Mekteb-i Sultani’nin beden eğitimi öğretmeni Ahmed Robenson, bir Amerikan dergisinde okuduğu basketbol yazısından hevesle okulda bir basketbol takımı kurdu ama kısa sürede oyuncuların hepsi sakatlanınca “okuduğum makalede bir yanlışlık var” dedi ve bu işten vazgeçti. Bayrağı 1913’te Fenerbahçe Kulübü devraldı ama ilgisizlik ve rakipsizlik yüzünden bir yıl sonra eksik gedik basketbol takımı dağıldı.

Basketbolu gerçek anlamda bu topraklara getiren YMCA’nın spor kolu başkanı Dr. Deaver oldu. Açık adıyla Young Men’s Christian Association (Hristiyan Gençlik Örgütü) Türkçede dört baş harfin çıkardığı seslerle “Vay Em Si Ey” diye telaffuz edilmişti. YMCA, II. Abdülhamit döneminde, Osmanlı ülkesindeki Amerikan (Protestan) misyoner faaliyetlerinin önemli uzantısıydı.

İlk ciddi basketbol karşılaşması da Darülmullimin-i Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu) beden eğitimi öğretmeni Selim Sırrı (Tarcan) Bey’in girişimi ile Dr. Deaver’in çalıştırdığı “Türk takımı” ile Robert Kolej ve YMCA’da görevli Amerikalılar arasında yapıldı. Maçı Amerikalılar 18-14 kazandılar.

Bundan sonra basketbola ilgi arttı ve 1927’de Kurtuluş, Beyoğlu, Fenerbahçe, Galatasaray, Nişantaşı, İtalyan Kartal, Makabi, Barkaba ve Protkeba takımlarının katıldığı İstanbul Basketbol Ligi kuruldu. 1927-1933 arasında bu ligin şampiyon takımı Hasköylü Yahudiler tarafından kurulan Makabi idi.

1936’da İstanbullu basketbolcular aralarında topladıkları para ile Yunanistan Milli Basketbol Takımı’nı İstanbul’a getirdiler ve 24 Nisan günü Beyoğlu Halkevi Spor Salonu’nda ilk “milli” basketbol maçını oynadılar. “Türk” takımı maçı 49-12 kazandı.

1933-1955 arasında şampiyon olan Galatasaray takımı “Yenilmez Armada” diye anıldı. Bu tarihten sonra şampiyonluğu bu kadar uzun süre tutan bir takım olmadı (galiba? Bilenler düzeltir.)

BİSİKLET

19. Yüzyılın başlarında Avrupa’da icat edilen bisikletin Osmanlı ülkesine girişi 1885 yılında oldu. Mösyö Tomas İstefanis adında bir Amerikalı Rum, yanındaki bisikletiyle önce İstanbul’a gelmiş, daha sonra İzmit üzerinden beş günlük bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşmış ve oradan da Yozgat üzerinden Sivas’a geçmişti. İlk bisiklet yarışları1895’te İzmir’de, 1897’de Selanik’te ahşap tribünlü velodromda düzenlendi. İzmir’de, bisiklet sporunda başarılı olan ilk yerli Kunduracı Ali Efendi idi. İstanbul’da ilk bisiklet yarışması 18 Ağustos 1895 tarihinde Tarabya’da düzenlendi. Yarışma 5 ayrı mesafede düzenlendi fakat Müslüman ahaliden katılan olmadı.

Halkın önceleri “şeytan arabası” dediği bisiklete, 1950’lere kadar “velospit”, “velespit” veya “velospid” denildi. 1901’de, İkdam gazetesinden Ali Kemal, “derrace” ismini önerdi. İlk bisiklet şiirini Tevfik Fikret yazdı. İlk kitabı da Ahmed Tevfik’in 1900’de yayımladığı Velosiped ile Bir Cevelan (Hüdavendigar Vilayeti Dâhilinde) kitabı oldu.

1900’lerin başında Ağa Cami yakınlarında bisiklet acenteliği yapan Leon ile Ragıp Paşa Hanı içinde bisiklet ticareti yapan Papazyan adlı tüccarlar Tepebaşı’nda beton bir velodrom yaptırarak reklam amaçlı bisiklet yarışları başlattılar. Servet-i Fünun Dergisi yazarı Ahmet İhsan, 1893 yılında İstanbul’da düzenlenen ve nizami olmayan bir bisiklet yarışından şöyle bahsetmişti:

Bilmem hatırlarda mı? Sohbetlerimizin birinde velospidden bahsederken belki pek yakında Kuşdili Çayırında bir velospid yarışı görürüz demiştik. Zannımız pek çabuk hakikat oldu, ama yarış Kuşdili Çayırı yerine Tepebaşı Bahçesi’nde oldu. Yarışmanın esası bahçe etrafını bir saatte 120 defa devretmekti. Bu müsabakayı ortaya çıkaran Mösyö Ortek, bir saatte ancak 104 defa devredebildi. İstanbul’un yeni velospidçilerinden Fernand isminde bir ehl-i zevk de 120 defa devrederek galebe çalmaya muvaffak oldu. İki tekerlekli arabasına süvar olarak bahçede dolaşan Ortek’in yarışı kazanmak için helecan ile bacak salladığını, çırpındığını görmek hakikaten pek gülünç idi.

Bu spor öylesine tutmuştu ki, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra resmileşen Fenerbahçe Spor Kulübü bünyesinde bir bisiklet şubesi kurulmuştu. Vecdi (Çağatay), Şinasi ve Alber adlı üç Fenerbahçeli bisikletçi bu sporu halka sevdirmek için ellerinden geleni esirgemediler.

Cihan Harbi yıllarında, bisiklet sporu, lastik ve yedek parça sıkıntıları nedeniyle durgunluk yaşadı. Cumhuriyet’le birlikte 1923’te bisiklet federasyonun kurulmasının ardından, Milli Takım oluşturuldu. 1924 Paris Olimpiyatları’na götürülen bisiklet takımı ise, yarış bisikleti bulamadığından yarışmalara katılamadan geri döndü.

1928 Amsterdam Olimpiyatları’na katılan bisikletçilerimiz de derece yapamadılar ama büyük tecrübeler edindiler. Ancak bir yıl sonra Bisiklet Federasyonu lağvedildi ve bisiklet sporunda büyük duraklama dönemi başladı. Yine de 1936 Berlin Olimpiyatları’na katılan Talat Tunçalp adlı bisikletçimiz neredeyse bir madalya kazanacaktı. “Neredeyse” diyorum çünkü yarışı başarı ile sürdürürken, bitiş çizgisine 50 metre kala Alman rakibinden yediği dirsek darbesi yüzünden sekizincilikle (sonunculukla?) yetinmek zorunda kalmıştı. Tunçalp’in 1937’de Moskova’da yapılan yarışmada ikinci; Leningrad’da yapılan yarışmada ise birinci olması, başarısının tesadüfi olmadığını gösteriyordu. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı gerileme dönemi ne yazık ki daha sonraki yıllarda artarak sürdü. Bugün bisiklet deyince aklımıza gelen büyük bir sporcumuz maalesef yok.

BOKS

1910’da bir avuç meraklının başlattığı boks sporunun en gözde olduğu yıllar 1918-1920 arasında Mütareke Dönemi idi, çünkü işgalin yarattığı öfke ve eziklik duygusu gençlerin yumruklarını büyük bir hırsla yabancı rakiplerinin burnuna patlatmalarına neden oluyordu. Bu maçlarda parlayan gençlerden biri “Türk casusu” olarak ün yapan Esat (Tomruk), diğeri Fenerbahçeli “Yavuz” lakaplı İsmet (Uluğ) idi. İstanbul’daki ilk boks kulübünü ise Akşiyani adlı bir Yahudi kurmuştu. Bu yılların ünlü boksörlerinden Sabri Mahir, bir sokak kavgasında bir Rum gencini komaya soktuğu için yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, İspanya ve Fransa’da yaptığı tüm maçları kazandıktan sonra Almanya’ya gitmiş ve bu ülkeye ‘modern boksu getiren adam’ olarak ün yapmıştı. Milli Boks Takımı ilk maçını 1928’de Sovyetler Birliği ile yaptıktan sonra boksa ilgi yeniden canlandı ama bu uzun soluklu olmadı. 1950’lerde Garbis Zaharyan profesyonel boksör olarak çok popüler oldu. Daha sonra, Trabzon kökenli Cemal Kamacı iki kez Avrupa şampiyonu oldu. Bugün bokstaki başarılarımızla fazla övünmediğimizi fark etmişsinizdir…

ESKRİM

Bugün çoğu kişinin adını bile telaffuz edemediği eskrimin 1900’lerin başlarında İstanbul’a girmesi de ilginçtir. Hem de Müslüman-Türk asıllı muallim Hüsnü Bey’in çabalarıyla. Hüsnü Bey’in yetiştirdiği gençlerin II. Abdülhamit’in huzurunda İtalyan eskrimcilerle yaptıkları maçlarda gösterdikleri başarı padişahı o kadar etkilemişti ki, bu sporun Mekteb-i Harbiye’ye ders olarak konmasını emretmişti. Ayrıca İtalyanlara karşı çok başarılı maçlar çıkaran Fuat (Balkan) Bey’i Edirne’deki Mektebi-i Harbiye’ye eskrim hocası olarak atamıştı. Fuat Bey’in kardeşi Hikmet (Balkan) Bey ve arkadaşı Mazhar (Kazancı) Hoca kurdukları Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’nde eskrim sporuna da yer vermişler, eskrim takımımız 1924 Paris ve 1928 Amsterdam olimpiyatlarında katılmıştı. 1929’da Rusya’dan çok ünlü bir eskrim ustası olan Nodolski’nin getirilmesiyle Türk eskrimcileri profesyonel bir çalıştırıcıya kavuştular. 1930’lu yıllarda ilk kadın eskrimciler ortaya çıktı. Ünlü spor adamı Ahmet Fetgeri Bey’in kızı Suat Fetgeri Aşeni/Tarı ile arkadaşı Halet Çambel (daha sonraları çok ünlü bir arkeolog oldu) 1936 Berlin Olimpiyatları’nda yarıştılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kısa süreli bir toparlanma dönemi yaşayan eskrim sporu, 1960’tan sonra inişe geçti. Buna iniş demek bile fazla, adeta yerin dibine girdi bu zarif spor…

GÜREŞ

Ata sporumuz güreşin tarihçesi elbette çok eskilere gidiyor. Evliya Çelebi’ye göre pehlivanların Küçükpazar’da Şüca Tekkesi ve Zeyrek Yokuşu’nda Demir Tekkesi adlı iki tekkesi vardı. Bunlar 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılırken dağıldılar, ancak ocağı kaldıran II. Mahmud’un güreş merakı sayesinde İstanbul’un çeşitli mekânlarında güreş tutulmaya devam edildi. II. Mahmud’un oğlu Abdülaziz de güreş severdi. Nitekim tahta çıktığında maiyetinde ünlü güreşçilere de yer vermişti. Abdülaziz’in huzurunda yapıldığı için ‘Huzur Güreşleri’ denilen karşılaşmalarda, güreşçiler kıran kırana güreşirken, padişaha arkalarını dönmemeye itina ederlerdi. (Bazı kaynaklarda Abdülaziz’in bizzat güreştiği söylenirse de bu doğru değil.) Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesi, ardından V. Murad’ın tahta geçirilmesi, daha sonra Abdülaziz’in intihar süsü verilerek öldürülmesi üzerine güreşin altın dönemi kapanmakla kalmamış, tahtın yeni sahibi II. Abdülhamit’in Saya Ocağı’ndaki tüm pehlivanları sürgüne göndermesinden sonra, güreş ancak köy meydanlarında yapılan yasak bir spor olmuştu.

Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden (1909) sonradır ki, güreş tekrar eski itibarına kavuştu. 1911’de Macar güreşçi Çaya’nın yönetiminde İstanbul’a gelen bir grup güreşçinin Talimhane Meydanı’nda kurulan çadırda yerli güreşçilerle yaptıkları güreşlerden sonra bu spora ilgi alevlendi. 1924’te minder güreşinde milli karşılaşmalara başlandı ve 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda grekoromen güreşte Tayyar (Yalaz), 67,5 kiloda dördüncü oldu. 1936 Berlin Olimpiyatları’nda ‘Mersinli’ Ahmet Kireççi, serbest güreşte 79 kiloda 3. olarak Türkiye’ye ilk madalyayı kazandırdı. Kireççi’den iki gün sonra bu kez 61 kiloda yine serbest güreşte Yaşar Erkan, şeref kürsüsünün en üst basamağında yer alarak, Türkiye’ye olimpiyatlar tarihindeki ilk altın madalyasını getirdi. Bu tarihten sonra güreş olimpiyatlarda madalya aldığımız nadir spor dallarından biri olmaya devam etti.

HALTER

“Türk gibi güçlü” sözünü tekrarlamayı çok seven Türklerin halter sporu ile tanışması 1890’larda oldu. Mekteb-i Sultanî’nin (Galatasaray Lisesi) beden eğitimi öğretmeni Mösyö Moiroux tarafından tanıtılan halterde en başarılı öğrenci Ali Faik (Üstünidman) olmuştu. Ali Faik Bey her gün 115 kilo ağırlık kaldırarak antrenman yapardı. 1896 Atina Olimpiyatları’nda altın madalya kazanan Yunanlı halterci Yataganos’un 112,5 kilo kaldırarak birinci olduğu anımsanınca Ali Faik Bey’in başarısı anlaşılır.

Halterde diğer ünlü isimler eskrim sporunda da başarılı olan Mazhar (Kazancı) Hoca, jimnastikçi Selim Sırrı (Tarcan) Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kurucularından Ahmet Fetgeri Bey’di. 1924 Paris Olimpiyatları’na katılan ancak başarılı olamayan halter takımının yüzü 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda birazcık güldü. 60 kiloda Cemal (Erçman) toplamda 262,5 kilo ile sekizinci oldu. 1930’lu yıllarda girilen durgunluk dönemi 1957’de Türk Halter Milli Takımı kurulunca bitti ve 1959’da Beyrut’ta yapılan Akdeniz Oyunları’nda Şişli Halter Kulübü’nden Metin Gürman ikincilik kazanarak bu alandaki ilk uluslar arası başarıya imza attı. İlk olimpiyat başarısı ise ancak 1988 Seul’de Bulgaristan’dan “devşirdiğimiz” Naim Süleymanoğlu ile tadabildik. Ardı da geldi. Bugün bu alanda madalyalı kadın güreşçilerimiz bile var…

JİMNASTİK

Osmanlı İmparatorluğu’nda jimnastik, Fransız ve Alman ekollerini bağdaştıran John-Amaros jimnastik sistemiyle başlamıştı. Bu ekol, askeri talim benzeri bedensel hareketliliği hedefleyen, kişiye disiplin ve itaat aşılayan bir jimnastik türü idi. İlk kez 1863’te Mekteb-i Harbiye’de (Kara Harp Okulu) “Riyazat-ı Bedeniye” adıyla verilen Avrupai tarzdaki jimnastik derslerinin ardından, Robert Kolej, Mekteb-i Sultani, Kuleli İdadisi, Mekteb-i Bahriye gibi nitelikli devlet insanı ve asker yetiştiren okulların müfredatına da jimnastik programları eklendi.

Mekteb-i Sultanî’nin jimnastik öğretmeni Mösyö Courel 1874’te memleketine döndüğünde geride pek çok yetenekli öğrenci bıraktı. Bunlardan Ali Faik (Üstünidman) 40 yıl süre ile aynı okulda jimnastik öğretmenliği yaptı. Askeri liseler ve Harbiye Mektebi’nde ise Mazhar (Kazancı) jimnastik derslerine giriyordu.

İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kurulan “paramiliter” Osmanlı Genç Dernekleri’ndeki gençlerin “milli duygularının yoğunlaşması için” Mektebi Sultanî’nin idman hocalarından Selim Sırrı (Tarcan) Bey, müzik eğitimi için gittiği Stockholm’den dönerken yanında sadece “Dağ Başını Duman Almış” marşının bestesini değil, aletsiz İsveç jimnastiğini de getirmişti. Sonra aletli jimnastik gözden düştü ve bütün yurtta İsveç jimnastiği yapılmaya başladı. Bu durum günümüze kadar da devam etti. Devam etti diyorum ama aklıma herhangi bir başarımız da gelmiyor…

OKÇULUK

“Ata sporlarımızdan” ikincisinin tarihçesi şimdiye kadar anlattıklarımızdan çok eski, çünkü okçuluk spor dalı olmaktan ziyade savaşçılıkla ilgili bir maharetti. İstanbul’un fethinden hemen sonra bir “ok meydanı” kurulmuş, meydanın sınırlarının çizilmesine bizzat Fatih’in hocası Akşemseddin nezaret etmişti. II. Beyazıt döneminde (1481-1512) bu yere bir Okçular Tekkesi ile ok ve yay imal eden ustaların toplandığı bir çarşı kuruldu. “Kemankeş” denilen okçular bu tekkede bedavaya kalır, ders alır, meydanda ok çekerlerdi. Ancak, Okmeydanı’nda yay gerip ok savurmak için “kabze” denilen bir çeşit lisans alınması gerekiyordu. “Kabze” almak için de en az 900 “gez”, yani 594 metre ok atmak gerekiyordu. Okçular ya “menzil” denen uzun mesafe atışları, ya da “puta” denen hedefe yönelik atışlar yaparlardı. En uzak mesafeye ok düşüren kemankeşin adına mermerden bir “menzil taşı’”, en başarılı puta atışını gerçekleştiren kemankeşin adına mermerden bir “nişan taşı” dikilirdi. Bu alandaki rekor 1.281 gez (845,66 m) ile Tozkoparan İskender Ağa’ya aitti ve 1550 yılında kırılmıştı.

Meydanın Haliç’e bakan kısmında dinlenme mekânı olarak kullanılan bir gül bahçesi vardı ve adı Çıksalın’dı. (Bu güzel isim, halen bir semt adı olarak yaşıyor.) 1683-1691 yılları arasında hazırlanıp Okçular Emiri Abdullah Efendi tarafından kaleme alınan ve ünlü 41 kemankeş tarafından müzakere edilip imzalandıktan sonra II. Süleyman tarafından onaylanan Tezkire-i Rumat (Atıcılar Tezkiresi) bu işle uğraşanların uyacağı kuralları anlatıyordu. Padişah dahi bu meydana geldiğinde bu kurallara uymak zorundaydı. Bu kurallar hiçbir zaman değiştirilmemiş, Okmeydanı’nın varlığı büyük titizlikle korunmuş, yapılan tecavüzler Galata Kadısı tarafından şiddetle cezalandırılmıştı. Osmanlı padişahları Okmeydanı, Nişantaşı ve Maçka’da adlarına taş diktirmişlerdi. Bunlardan II. Mahmud’un (1807-1839) en uzun mesafeli atışı 1.225 gez (808,5 m.) idi.

Ateşli silahların bulunmasıyla önemini yitiren okçuluk, 1937’de Atatürk’ün emriyle ihya edilmeye çalışıldı ama başarılı olunamadı. 1937’de açılan Okspor, 1939’da kapandı. Kitaplar 1951’de Celal Bayar tarafından yapılan ikinci hamleden sonra aşının tuttuğunu yazarlar ama aklınıza 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda Erkekler Bireysel Okçuluk kategorisinde ilk Olimpiyat altın madalyasının sahibi olan Mete Gazoz’a kadarki dönemde ünlü bir okçumuz geliyor mu? Benim gelmiyor…

TENİS

Tenis de diğer modern sporlar gibi Osmanlı ülkesine 1910’lu yıllarda geldi. İlk tenis kortu İstanbul-Moda’da, ilk tenisçiler bu semtte yaşayan Levanten ailelerin erkek üyeleriydi. İkinci kort Bebek’te açıldı, oynayanlar İngiliz ailelerdi. Ardından Ohannesyan ve Ananyan adlı varlıklı iki Ermeni gencin yabancı arkadaşlarıyla kurdukları Osmanbey Tenis Kulübü ve kortu izledi. Bir diğer kort Majak ve Jovarksky adlı iki arkadaş tarafından Sıraselviler’de açıldı.

1915’te Fenerbahçe Kulübü tenis branşını açarak ilk “Türk” tenisçilerinin yetişmesine katkıda bulundu. Galip Kulaksızoğlu, Said Salahaddin Cihanoğlu, Zeki Rıza Sporel bu fasıldan yetişen tenisçilerdi. Fenerbahçe Kulübü 1923’te ilk çim kortu yaptırarak teniste en parlak dönemine girdi. Türkiye’nin ilk kadın tenisçileri Vecihe Taşçı, Mediha Bayar, Adriel Sadak ve Hidayet Karacan bu kortlarda yetiştiler. 1930’larda Taksim’deki kortlarda şehrin zenginleri tenis oynamaya devam ettiler. Ancak teniste hiçbir zaman başarılı olamadı bu ülkenin sporcuları.

VOLEYBOL

Voleybol sporu, 1895’de ABD’de başladı. “Mucidi” William Morgan idi. Spor yazarı Cem Atabeyoğlu’na göre Osmanlı ülkesine voleybol sporunu basketbol ile birlikte Amerikan YMCA örgütü getirmişti. . İlk voleybol maçları da YMCA’nin Çarşıkapı’daki binasında oynandı.

Örgütün İstanbul Şubesi Müdürü Dr. Gilbert Deaver, İttihatçıların “gayri resmi spor nazırı” Selim Sırrı (Tarcan) Bey ile işbirliği yaparak voleybolu Cağaloğlu’ndaki Darülmuallimin’in (Öğretmen Okulu) müfredatına sokmayı başarmıştı. Bu okulu Kabataş, İstanbul, Galatasaray ve Vefa liseleri izledi. Yüksek Mühendis Mektebi (bugün İstanbul Teknik Üniversitesi) 1928’den itibaren en güçlü voleybol takımını kurdu. Bu okulun öğrencilerinden oluşan Fenerbahçe takımı aynı yıl İstanbul şampiyonluğunu kazandı.

Erkek takımlarında en başarılı kulüpler ise Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, İtfaiye, İETT, Beyoğluspor, Vefa, Büyükdere Boronkay, Rasimpaşa ve Eczacıbaşı gibi kulüpler oldu. İlk voleybol “milli” maçı ise 30 Mayıs 1953’te İstanbul’da Yugoslavya ile oynandı.

Yazıyı yazma vesilesi olan kadın voleyboluna dair önemli bir ayrıntıyı anlatmadan olmaz. 1928’de Yüksek Mühendis Mektebi öğrencilerinden oluşan şampiyon Fenerbahçe takımında beş erkek voleybolcunun yanı sıra Sabiha Rıfat (Güreyman) adındaki kız öğrenci yer almakla kalmıyor, aynı zamanda takımın kaptanlığını da yapıyordu.

Sabiha Hanım, 1910 yılında Manastır’da dünyaya gelmiş, sırasıyla Beşiktaş Esma Sultan İlkokulu’nu, Nişantaşı Kız Ortaokulu’nu bitirmiş, ardından İstanbul Kız Lisesi’ne devam etmişti. 1927’de Yüksek Mühendis Mektebi’ne girmişti. Sabiha Hanım, o yıl ilk defa kız öğrenci alan okulun ilk kız öğrencisi idi. 1933’de Melek Hanım (Erbul) ile birlikte okuldan mezun oldu ve Türkiye’nin “ilk kadın inşaat mühendisi” unvanını aldı.

Sabiha Hanım’ın “rol modelliği” ile o yıllarda İstanbul Kız Lisesi başta olmak pek çok okulda kız voleybol takımları kuruldu. Kadınlar voleybolunun gelişmesinde diğer dönüm noktası 1957’de Mağusalı Dr. Ayten Salih’in kaptanlığındaki takımın Romanya ile yaptığı maç oldu.

Bir başka dönüm noktası ise özel kurumların voleybol sporuna yatırım yapması oldu. Bu bağlamda 1966 yılında kurulan ve önemli başarılara imza atan Eczacıbaşı Kadın Voleybol Takımı halen varlığını sürdürüyor.

YÜZME

1800’lerin sonlarından itibaren askeri okulların programlarına giren yüzme sporunun modern anlamda yapılması 1910’lu yıllarda oldu. Selahaddin (Türsen) ilk mukavemet yüzücüsü; Fenerbahçeli futbolcu ve avcı Said Salahaddin (Cihanoğlu) ilk süratçi; Kemal ve Fahri (Ayad) beyler ilk tramplen atlayıcılarıydı. İlk düzenli yarışlar 1920’li yılların başında yapılmaya başladı. İstanbul’daki ilk ciddi yatırım 1931’de Ekrem Rüştü (Akömer) Bey’in girişimleri ile Şirket-i Hayriye tarafından Büyükdere sahilinde yaptırılan ahşap yüzme havuzu oldu. Burada Galatasaray, Fenerbahçe, Ortaköy, Vefa ve Beykoz kulüplerinin çalışmaya başlamasıyla halkın yüzme sporuna ilgisi arttı.

İlk ciddi yarış 15 Eylül 1932’de Galatasaray Kulübü tarafından düzenlendi. İlk “milli temas” 1934’te Sovyetler Birliği ile yapıldı ancak iyi dereceler alınamadı. 1942’de Ortaköy’de özel kişiler tarafından yaptırılan 33,33 x 15 metre boyutlarındaki beton yüzme havuzu Lido’da kurulan İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü ile başlayan hamle 1950’lere kadar sürdü. 10 Ağustos 1954’te, Murat Güler adlı yüzücümüz, 16 saat 50 dakika süren zorlu bir mücadeleden sonra Manş Denizi’ni geçmeyi başardı. Bu tarihten sonra pek çok yüzücümüz Manş Denizi’ni geçti, üstelik iyi dereceler yaptılar. Son şampiyon adayımız Derya Büyükuncu ise CB Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan aleyhinde sosyal medyadan yaptığı paylaşım nedeniyle 6 Şubat 2022’de Türkiye Yüzme Federasyonu tarafından “daimi hak mahrumiyeti” cezası verildi. Böylece şampiyon yüzücü ümidimizi bilinmez bir atiye bıraktık…


Ayşe Hür – 19.07.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑