Yazarlar

Published on Nisan 18th, 2020

0

Van Cezaevi’nde bulunan gazeteci Ziya Ataman’a mektup – Gül Güzel

Van Züksek Güvenlikli Cezaevinde bulunan, Gazeteci Ziya Ataman’a yazdığım bir mektup. Kendisine posta yoluyla gönderdim ama, mektubun eline geçeceğinden pek emin değilim.

Cezaevindeki yoldaşlarımızı unutmayalım…


Değerli yoldaşım Ziya,

Sana mektup yazmayı, bilinçli olarak bugüne(16.4.20) kadar erteledim. Bazı umutlarımın peşinde koşmuştum da ondan. Koşarken düştüğüm çukurun derinliğini görünce, ayağa kalkıp, boş yere hayal peşinde koştuğuma kızdım… Kendi kendime isyan ettim… Ne diyeyim yani Umutlarımız değil midir ki bizi aydınlığa da taşıyan? Sonunda, ödül olarak Kato yaylalarında ekmek pişirdiğim anları anımsayarak, kendime biraz olsun moral vermeye çalıştım. Moralimin bu güzel halini sana da yansıtmaya çalışacağım yoldaşım. Bu fotoğrafın tabii ki, güzel bir anısı var. Onu da sana anlatayım biraz. Uzun uzun seneler önce, hani kalbur saman içinde, pireler berber iken, ben bir grup Alman arkadaşlarımla Beytüşebap’a, oradan da yayla zamanı olduğu için Kato dağı eteğindeki yaylacıların yanına gitmiştim…Yayladakiler harıl harıl çalışıyorlardı. Tabii en çok çalışanlar yine kadınlardı. Hayvanları sağmak, sütü kaynatmak, yoğurt yapmak, peynir ve tereyağı…derken biri sürü günlük yayla işleri. Yapılan peynir ve yağların bozulmaması için, kapalı saklayıcı kaplarla akan serin derede muhafaza etmek vb… Haa ekmek yapmalarını söylemeyi unuttum. Ben bütün bu saydığım günlük işlerin hangisini yapmaya kalktıysam da, hep bir ağızdan bana hemen ‘’ama heval sen misafirsin, zahmet etme’’ itirazları ile engeller zincirine takılıyorum ve çok üzülüyordum bu yüzden. Çadırlar arasında gezerken, 2 kadın arkadaşın ateş yakarak, sac kurup, ekmek pişirmeye hazırlandıklarını gördüm. Bu seferde büyük bir heves ve umutla ekmeğin pişirildiği yere gittim. Bana yine ‘’ama heval sen misafirsin, valla olmaz, sen zahmet etme!’’ diyeceklerini bildiğim için, bu sefer ben taktik değiştirerek, kadın arkadaşa,’’ bana nasıl ekmek pişirildiğini lütfen  öğretir misin?’ diye sordum. Bu soru şeklim herhalde cazip gelmiş olmalı ki, ortalık biraz yumuşadı ve ‘’o zaman bak, honçénın önüne otur, hamur yumağını da una batırdıktan sonra…’’ diye anlatmaya başladı. O anlatırken, ben honçénin önüne hevesle oturup, elime aldığım oklava ile ekmeyi açmaya, biraz da şov yapıp, ekmeği oklava ile havada savurmaya başlayınca, herkes birbirinin yüzüne ağzı açık kalıp, bakmaya başlamış ve ben açtığım ekmeği sacın üzerine atınca, gelen bir sesle, ‘’ çepik, çepik’’ deyip alkış sesleri ortama yaymaya başladı…Tabii bu sefer ben de onlar kadar hayretler içinde kaldım, ne oldu ki böyle alkış ve tezahürat diye…Ama ben biliyordum ki, onlar benim misafirliğimi bahane ederek, aslında, beni BAJARİ’dir, o bilmez diye düşünüyorlardı. Bundan dolayı, yapacağım şeyde ziyan veririm diye, bir şey yaptırmaktan korkuyorlardı. Yani yaptığım şeyleri bir de bozarsam aman Tanrım!… Halbuki ben Qoçgiri’li bir annenin kızıyım ve biz İstanbul’da yaşamış olsak da, annem bize hep sac ekmeği pişirirdi. Ben de annemin istanbula taşıdığı yaşam kültürünü geldiğim Almanya’ya beraberimde getridim ve kendi ekmeğimi hep kendim pişiririm. Ama yayladaki arkadaşlar bunu nereden bilsinlerdi ki? İşte bu anı aklıma geldikçe, her seferinde yüzüme mutluluk gülücükleri yayılır. Güzelliği ve özlemine esir olduğum günlerdi o günler ve yerler…Yiya yoldaşım sen de bu anımı böylelikle artık biliyorsun. Bu vesileyle o an bizimle birlikte yayık yayan güzel dost/heval Yusuf Temel’i saygıyla anıyor, yeri hep yüreğimin güzel yerinde duracak diyorum…

Değerli yoldaşım, bu kadar açılıştan sonra mektubundaki yazı karakterinin mükemmeliyetine hayran kaldığımı hemen belirteyim. Hatta mektubu elime alırken, bir şey olmasın diye itina ediyorum. Bence güzel el yazısı da kendi başına bir sanattır. Bizler okula giderken latin harfleriyle okuyup, yazmasını öğrendik. Ama ben hep babamın yazarken, eline bakar o güzel sanatsal karakterli Arap Alfabesine hayran kalırdım. Yazılan sanki harf değil, güzel sanatlar dalında bir çizim gibi geliyordu bana o zaman. Babamın bana öğretmesini çok istedim ama, ben daha ilkokul sıralarındayken, babam vefat etti ve ben yetim kaldım. o yüzden hem o yazı dilini öğrenemedim hem de babasız büyüdüm. Ne kadar tühaf değil mi? İnsan konuşur veya yazarken söz, sözü açıyor. Neyse yine senin mektubuna dönelim. Yazı karakteri çok güzel, ifadeler aynı şekilde mütevazice ve hoş. Bir de seni hayal kırıklığına uğratma suçu işledim ya…Ma ben bilemezdim ki, adaşımın olabileceğini. Ama bence iyi de olmuş ve gördüğüm kadarıyla zaten ondan da bir ders çıkarmışsın. Hayat böyle işte, hep beklenmedik sürprizlerle dolu…

Sana Almanya’dan mektup yazan Bernadette Rennes, Theresia Albert ve Willi arkadaşlardan hiçbirini, şahsen birebir tanımıyorum. Ama sen ilk tutuklandığında, ağır sağlık sorunlarından dolayı, o zaman gazeteciler sendikası ve birliği ile büyük kampanyalar yürütmüştük. O süreçte sana daha farklı gazeteciler de yazmıştı hatırladığım kadarıyla. Bu arkadaşlar da büyük ihtimal o kampanya çerçevesinde sana yazıyorlardır. Theresia ile sosyal medyada arkadaşız ama herhangi bir iletişim bağımız yok. O da, ben de hala sosyal medya üzerinden çok sıklıkla, tutuklu gazetecilere özgürlük talepli paylaşımlar yapıyoruz. Pek bir şey olduğu yoksa da, biraz vicdan rahatlaması gibi bir şey işte …Tabii sana mektup yazmalarından dolayı çok ama çok minnettarım. Bir de mektupları hangi dilde yazıp, gönderiyorlar? İlk başlarda bir kaç tanesini ben tercüme etmiştim. Daha sonra tercüme için bir şey gelmedi…

Yazıp, gönderdiğim ve senin beğendiğin Şiirime dair bir yorum yapmayacağım ama bazen duygularım ve yaşadıklarım benim sessiz yüreğimin, kalemime yansıması oluyor böyle. Geçenlerde ‘’Kaplumbağalar da uçar’’ videosunu izledikten sonra, oturup iki saat ağladım. Tabii o an yazamıyorum. Haha sonra mesela aşağıdaki gibi bir kaç cümle ile biraz toparlamaya çalıştım:

‘’Kaplumbağar da uçuyormuş

Benim uçurtmam neden teller takıldı anne?

Küçük, yetim yüreğin

Büyük his, duygu ve acıların,

Zalimce kültür, kahreden inaçlara

Çokça esir olan beden, benliğin

Yüreğime damlayan

Acılarının ortak çığlıkları,

Amazon yağmurumsu gözyaşlarım

Süzüldü yanaklarımdan sessizce.

Küçük gelin, yetim kalbin senin;

Büyük ACIN

BENÎM OLSUN CÎGERAMÎN ‘’ “gül güzel “😥  dedim kendimce…

Kitap, yani arkadaşlarımla birlikte yazdığımız kitap, gerçekten çok mühim ve değerli. Sana hemen göndermek istiyorum. Ancak, aldığım bilgilere göre bu süreçte bir de Korona virüsü bahanesi ile kitap ve benzeri şeyleri vermeyip, çöpe atıyorlarmış… O yüzden biraz daha beklemek istiyorum. Yahut da, senin kitabı sana nasıl ulaştırabilirim konusunda bir fikrin varsa, lütfen yaz. Bu vesileyle zindan deneyimimi de kısaca anlatayım. Gerçekten kısa bir deneyimdi. Ama 17 yıldır 3 haftalık tutuklanmamı anlata, anlata bitiremiyorumJ) 2003 yılında tutuklandım. İstanbul, Bakırköy Kadın – Çocuk kapalı Cezaevinde kaldım ve sonra tek Alman vatandaşı olduğum için o zaman yurtdışı edildim…Ve o vesileyle Cezaevi atmosferini biraz tatmış oldum. Bu nedenle Cezaevleriyle kanbağım oluştu ve ben şimdiye kadar Cezaevlerindeki birçok arkadaş ile mektuplaştım;  mektuplaşıyorum. Bu bahsettiğim kitabın ilk cildi, yazılan bu mektuplardan oluşuyor. İkinci cildi için daha biraz bekliyorum. Bir veya iki sene sonra çıkarmayı düşünüyorum. Tabii o kadar ömrüm olursa…Bu da kısaca böyle bir şey işte… 

Bir de yurtdışında olmama rağmen, diye başlayan paragrafın,‘’ İnsanın yabancı bir yerden ülkesine mektup yollaması nasıl bir duygu olduğunu çok merak ediyorum. Şimdi Almanya’da ben olsam bunu yapabilir miydim bilemiyorum. İhtiraslı özlemler bir yazı ile diner mi? Ya da avuçlamak istediğin bir tutam yaprağı bağrında saklamak! Herhalde en güçsüz olduğum yan. Öyle bir özleme dayanamaz, dayanamayacağım gibi de yarama tuz basmadım. Bu da büyük bir güç, büyük bir irade. Çünkü sen gibi yüce ruhlu yoldaşlarda gördüğüm için çok mutluyum. İyi ki varsınız’’ diyorsun ya gerçekten, ben de bunu zaman zaman anlamaktan ziyade, birbirine karıştırıyorum. Ben mi gurbetteyim?, gurbet mi benim içimde? diye sorasım geliyor. Ama bence insanın nerede yaşadığı değil, nasıl yaşadığına bağlı bu konu. Bizler nereye ait olduğumuzu ve nerede geçici bulnduğumuzu çok iyi biliyoruz. Birileri gibi uzakta kaldığımız ülkemizin, insanımızın fiziki uzaklığını değil, manevi yakınlığını hissediyoruz hep. O yüzden ben, sizlerden hiç uzakta olmadım ki. Hep oralardayım. Sadece fiziksel olarak görüşemiyoruz. Onu da yakında aşarız dilerim. Sevgi, duygu, bağlılık bütün sınırları yıkar. Yeter ki bizler o bağlılığı yitirmeyelim. Bir de mektup yazarken veya telefonlaşırken ben, hep sizlerle sohbet halindeyim. Hiç uzakta değilim ki. Yani ben öyle hisediyorum kendimi. Dilerim bir şeyler anlatabildim bu konuda. Bu mektup uzun oldu bence ama kitabı gönderemememi biraz telafi etmeye çalıştım…Ve diyorum ki, iyi ki varsın/varsınız/varız yoldaşım. İyi ki bu tür vesilelerle birbirimize mektuplarla da olsa irtibat kurabiliyoruz. Çıktığında seni görmeye gelirim muhakkak. Ömer Çelik için de, o süreçte çok uğraşmıştım ama kendisinden hiçbir reaksiyon görmedim. Kendi ısrarımla, telefon numarasına ulaşabildim. Bazen kendisine yazdığım bazı şeyleri gönderiyorum. Herhalde çok meşgul olduğu için kendisi hiç aramıyor…(Bu da sadece işin sitem yanıydı valla)

Aradaki sınırları kaldırarak, kucak dolusu sevgi ve selamlarımı yolluyor, sarılıyorum can yoldaşım.

Gül Güzel, 16.04.2020, Almanya/Deutschland

Tags: , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑