Ya peki bizimkilere ne demeli! | Erdal Boyoğlu
Asıl kaybettiklerimizi sorgulamadan derin derin haksızlıklardan bahsederken, bizi buralara getiren ağır bedellerden çıkan sonuç iliskileridir. Kendi kendimize çalıp oynadığımız yerlerde, kendi ritmimizle yolumuzu aradık. Kendi kendimize devlet kurduk devlet yıktık. Ama elele tutamadık, omuz omuza veremedik, yan yana gelemedik. Sevgiyi saygıyı paylaşamadık…
Eleştirilerimizin yaraları olduğu sürece geçmiş bugün olarak kalır.
Bilim siyaseti, yaşamımıza diyalektik olarak yön verdiği oranda fark etmenin bir ayrıcalığını yaşarız. Emekten yana yolumuz, yol tutarlılığımız, düşlerimiz hatta eylemimiz oldu
Hesaplaşma kavramı üzerinden öncelikle epistemolojik kopuş sorununa değinmek elzemdir.
Burada amaç, yaptıklarımızla ortaya çıkan sonuçlar ve tavır ilişkileridir.
Asıl kaybettiklerimizi sorgulamadan derin derin haksızlıklardan bahsederken, bizi buralara getiren ağır bedellerden çıkan sonuç iliskileridir.
Kendi kendimize çalıp oynadığımız yerlerde, kendi ritmimizle yolumuzu aradık. Kendi kendimize devlet kurduk devlet yıktık.
Ama elele tutamadık, omuz omuza veremedik, yan yana gelemedik. sevgiyi saygıyı paylaşamadık
Bilimsel sosyalizm’e , Diyalektik materyalist felsefeye yönümüzü dönemedik.siyaset sosyolijisinden kaçtık, İslam kültüründen otlandık . Yanlış tarafa döndüğümüz noktalar daha ağır bastı. Hiç bir siyasi değeri olmayan emek düşüncesini tanımlanamayan Ateizme sarıldık ve Allahin yokluğunu tartıştık. İslamla yüzleşmeyi emek sermeye çelişkisi üzerinden değil allahın varlığı yokluğu tartışmasına indirgedik. Siyaset bilimi ve Aydınlanmanın yolunu açamadık. Kendimizle barışık olamadık, kendi aramızda sevgiyi saygıyı ve yoldaşlığı geliştiremedik.Birbirimizle uğraştık. Mutlak doğru benim partimin kavgasına tutuştuk. Pekin, Moskova, Tiran ayrıntısıyla birbirimize düştük. Bilmek istediğimiz varmak istedigimiz düşlerimizden koptuk.
Devrimci önderlerin cenaze işlemleri islami usullere göre yapılıyor ve islamın cihat bayraklarıyla uğurlanıyordu. İmamın-hocanın vaazları yol gösteriyordu. Ölen devrimcilerin kıblesi camilerdi.
Hiç dinmeyen sorunlar, hep derinleşen kavgalar…
Yaşamımız kişisel kimlik ve benlik arasında sıkı bir ilişki sıkı bir bağ vardır görüşüne katılırım.
Yaşamla kurduğumuz ilişkinin ve bağın bugünü ve yarını konusunda önemli bir ayrıntıdır diye de düşünüyorum
Sadece kendi çevremize baksak etrafımızdaki kimliksizlikten ve benlikten geçilmez ama biz hep ötekilerinin kimliksizliğini görmek istedik.
Büyük laflar ettik, gözlerimizi ve kulaklarımızı büyük bir rüyanın başlangıcı şeylerle doldurduk. Içimizdikiler eşitlik-adalet-özgürlük dedikçe kendimizden geçtik ama şunu soramadık; peki biz dediklerimizi yapıyor muyuz, yaşıyor muyuz? Uyguluyor muyuz diye birbirimize sorabildik mi? soramadık.
Çünkü olumsuzluklarımizi benliğimizi içimizde değil; hep başkalarında aradık.
Toplumsal gelişmeleri, emek sermaye çelişkisini kollektif bir şekilde tartışamadan söz yetki ve kararı ben mekanizmasına teslim edilmesi gibi bir sonuç yaratıldı. Bunun etki ve sonuçları nasıl bir sonuç verdi. Görülmüştür…
Eksiklikler, olumsuzluklar, yanlışlıklar iç kavgalar ve sorunlar vb topluca mahkum etmek değil normallestiren hatta meşrulaştırmak yoluna gidildiği de görülmüştür.
Örgüt içinde devrimci öldürme emri karşılık bulması ve hemen cinayet makinesinin devreye girmesi sonucu devrimci katilliğine ses çıkarılmiyordu .
Peki siyaset neye yarar?
Şiddet yüklü bir geçmişin etkilerini tanımlamak gerekir. Hayatta kalanlarda ve yaşamlarını kaybedenlerin yakınlarında ağır tramvaylara neden oldular. Beklendim ve dileğim, bir gün mutlaka sol içi şiddetin özeleştiri, sorgulama, yüzleşme yazılarını görmek ve okumak istiyorum.
Yaşanan olumsuzlukları inkar etmek ve üzerinde konuşmaktan kaçınmak değil olumsuzlukları kabul etmek açıkça dile getirmektir mesele. Acı öyle büyüktür ki…bir şekilde görmemezlikten gelindi. Oysa acı; devrimci kimliğin temellerini zedelemiştir.
Her insanın her toplumun bir geçmişi vardır. Toplumsal olarak kimlik ve benlik deneyimleri çok etkili oldu.
Oysa, Özür dilemenin değerini, etkilerini ve sonuçlarını yazamadık, konuşamadık.
Ne yapmak istedik ve pratikte neler yaptık?
Emek sermaye çelişkisini ne kadar benimsedik ve ne kadar emeğin içinde olduk? Emekten yana düşlerimizi ne kadar yaşama geçirebildik? Toplumsal sorunları sosyolojik olarak ne kadar irdeleyebildik? Siyaset bilimini kendi ilişkilerimizde göstermeden, bulunduğumuz kurumlarda, çalıştığımız alanlarda yaratmadan neyin devrimciliği oldu, olur? Sevgimizi dostluğumuzu, yoldaşlığımızı yaşama geçirmede olumlu bir gelişme yoksa yaşamımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmeyi başarabilir miyiz?…
Materyalist felsefenin siyaset sosyolojisi ve siyaset bilimi ile yüzleşmek istiyorsak; ben değil biz olmaktır bütün mesele.
Bilmek isteyen yola çıkar.
Erdal Boyoğlu – 10.08.2021