Makaleler

Published on Aralık 14th, 2020

0

Yoldaşça Sohbetler: Doğal Önderlik – Cengiz Türüdü & Naim Kandemir

“En doğru düşüncenin bile gerçekleşmesi için topluma, halka mâl olması, halk gücüne dönüşmesi, maddileşmesi gerekir. Bu olmadıktan sonra demokrasiyi, sosyalizmi, bütün kültürleri yutmuş ol, hiçbir şey ifade etmez.”

***

Naim- Şu meydandaysa artık; ana muhalefet partisi ve sol-sosyalist muhalefet örgütleri türlü sebeplerden ötürü, ülkede her şeyin cılkı çıktığı, sıkılacak ümük kalmadığı halde, seslerini çıkaramayıp, halkı kendi varlığını korumak için bile ayağa kaldıramıyorlarsa; ne ihtiyaç var ana muhalefetin ve sol-sosyalist yapıların tabelalarına ve dahi elemanlarına?

İktidarın ülkeyi ve toplumu düşürdüğü çukur, bir bakıma sol için iktidarın bir lütfu değil mi? Ölümü gelen cami duvarına işer de, ne yapacağını bilmeyen de sidik kokusunu çekip durmaz mı?

Yıllardır parti, partileşme süreci denilip duruldu. Bu ne partiymiş, bu ne süreçmiş ki lastik gibi uzadıkça uzadı.

Dünya mücadele deneyimlerinden madem bir feyz alınmadı, teorik ve pratik önderlerin yaptıklarını da ülkeye uyarlayamıyorsunuz… Ne yapacağız? Oturup sıranın bize gelmesini mi bekleyeceğiz?

***

Dönüp bakalım Türkiye sol mücadele tarihine. Umut orada. Tabelelalarınız sizin olsun! Bu ülkenin yeni; Şoför İdris’lere, Fukara Tahir’lere, Yalınayak İsmet’lere, Bayram Ali Tatoğlu’lara… ihtiyacı var.

***

Şoför İdris diyor ki: Önce kendini kabul ettireceksin, meziyetlerinle ve karakterinle. Bunu yapmadan propaganda ve sivrilik çocukluktur ve bir şeye yaramaz.

Yalınayak İsmet ve Fukara Tahir 1962’de beş bin yalınayak işçiyle birlikte Meclise yürüyerek Bütün işçi sınıfı birbirinin eşit kardeşidir gerçeğini yaşamlarıyla gösterdiler.

Bayram Ali Tatoğlu Rize’de çay fabrikası işçiliği, futbolculuk, öğretmenlik, devrimcilik gibi meziyetleri kendinde toplarken verdiği güvenle mahallesinin cami koruma ve güzelleştirme derneğinin anahtarını da cebinde taşıyabildi.

***

İsimlerini saydığım bu halk önderlerinin kan uyuşmazlığı, doku uyuşmazlığı olmadı halkla. Çare burada! Çare doğal halk önderlerinde. Haksız mıyım? Sen ne dersin?

Cengiz- Türkiye’de 12 Eylül’den beri 40 yıllık süre içerisinde halk, politika yani hak arama mücadelesinden koparılmak istendi. Bu depolitizasyon sürecinin pratik tezahürü; okumadan, sanattan, kültürden, sosyal sorunlardan, dünya sorunlarından uzak durma, bencilleşme, kendini düşünme şeklinde oldu. Buna, o dönemin yöneticileri tarafından iş bitiricilik felsefesi denildi. Makbul insan da iş bitiren insan oldu. Yani talan eden, kitabına uyduran, küpünü dolduran bu uyanıklar, argodaki isimleri ile bu çakallar teşvik edildi. Bunun için kural tanımama, kuralsız yaşama, nasıl yaparsan yap kitabına uydur parayı bul! anlayışı bu süreçte topluma yerleşti.

Bu depolitizasyon süreci işlerken, diğer taraftan bu aşırı mülk düşkünlüğü, aşırı bencillik, para hırsı, mülk hırsı toplumda teşvik edildi, körüklendi.

Bunun yanında da bunlardan geri dönüş olmaması için, bu yolun tıkanmasını önlemek için,  daha fazla kitleleri; susturmak, apolitikleşltirmek, hayattan koparmak, sosyal dayanışma ağlarını çökertmek, herkesi bencilleştirmek, diğer taraftan da topluma aşırı biçimde bir siyasal ideoloji olarak; itaat ettirilen, eleştirmeyen, sorgulamayan, aydınlanmaya kapalı, doğrunun doğruluğundan şüphe etmeyen ve mutlak doğruları olan bir anlayış empoze edildi. Toplumun emekçi, sömürülen kesimleri kendilerine empoze edilen bu din anlayışıyla( Marks, bu tip din anlayışına halkın afyonu diyor) afyonlandırıldı.

Kitleler bir taraftan devlet zoruyla, tenkil politikalarıyla, işkencelerle, zulümle, psikolojik savaşla depolitize edilirken, paralelinde de dinle uyuşturuldu, kıpırdayamaz, kendi hakkını arayamaz hale getirildi. Böyle bir zemin yaratıldı. Bu politik zemini var eden politikacılar için Evren zamanında tencereyi pisletenler diyerek, Biz tencereyi temizlemeye geldik, demişti.

Pislenen tencerenin temizlenmesinin anlamı toplumun apolitikleştirilmesiydi. Politika yapanlar tencereyi pisletti, diyor. Kitleleri uyuşturarak, tencereyi temizleyeceğiz, halkı depolitize edeceğiz, rüyasızlaştıracağız, kendi çıkar çerçevesine hapsedeceğiz, toplumda dayanışma ağlarını çözüp parçalayacağız, diyor.

Bunun üzerine ülkede gerici faşist ideoloji alabildiğine yaygınlaştırıldı. Bu kültürel çöküş zemininden beslenen faşist, ırkçı, dinci ideolojiler dizginsizce geliştirildi. Bunların kurumları yaratıldı. Müthiş bir tarikatlar örgütlenmesi oldu. Tarikatlara bağlı; vakıf, dernek, yurt örgütlenmeleri yapıldı. Bugün bazı bilim adamlarının verdiği rakamlara göre bir buçuk milyon çocuk bu tarikatların kucağında. Çocuklar niye bu duruma düştü? Devlet sahipsiz bıraktığı için, devlet yurtlarında ve okullarında bu imkânları bulamadıkları için, bunlara tarikatlar sahip çıkıp, böylece devletin göz yummasıyla, göz kırpması ile zımni desteğiyle tarikatlar bu çocukları alıp beyinlerini uyuşturuyor, hayattan koparıp dinsel dogmalarla, hurafelerle gerçek dışı bilgilerle uyuşturup, bu çocukları uygarlığın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, bilimin, sanatın, felsefenin, kültürün düşmanı haline getiriyor.

Bu çocuklar bilim, sanat, felsefe alanındaki yaratıcılıkları gâvurluk, dinsizlik olarak görüyor ve bunları besleyen zeminin de laik düşünce olduğuna inandırılıyorlar, bu şekilde eğitiliyorlar.

Mehmet Şevket Eygi, feminizm, Marksizm, anarşizm, demokrasi sapkın eğilimler, kâfirlerin yani Hıristiyan batının işi, diye yazardı. Yani insanlığa  yön veren, 20. yüzyılın ana hatlarını çizmiş, belirlemiş bir sosyalist akım sapkın olarak görülüyor.

Bugün dünyada kadınların kölelik zincirlerini kırmak için direniş, irade gösteren kadın hareketinin ideolojilerinden olan değişik feminizm versiyonları ile birlikte kadınların özgürlük arayışı, felsefesi, düşüncesi sapkınlık olarak görülüyor.

Demokrasiyi toplumun kendi köklerinden kopartan, şer’i kurallardan kopartan, mutlak iradeye aykırı bir kâfir icadı olarak görüyor. Bir itaatsizlik, başıbozukluk, densizlik, kendini bilmezlik olarak görüyor. Bunun yerine Başyücelik getiriliyor. Başyüce etrafında; ona itaat eden, onu imam ve önder kabul eden, biat etmiş, tepkileri nötralize edilmiş, sindirilmiş, hakkını aramayan, hak için mücadele etmeyen kitleler oluşturuluyor.

Böyle bir zemin oluşturulmuş. Bunlar rastgele olan şeyler değil. Daha önceki üç diyalog kitabımızda* genel hatlarıyla anlattığımız, bu sosyalizme karşı Yeşil Kuşak Stratejisi’nin güncelleştirilmiş versiyonları bunlar.

Susturulmuş, dinselleştirilmiş, demokrasi, laiklik, aydınlanma, çağdaş yaşam, uygarlık gibi insanlığın ulaştığı uygarlık zirvelerinden kopartılmış bir kitlenin varolduğu apolitik, cahilleştirilmiş bir insani zemin yaratıldı. Bu zeminin böyle kalması, bu şekilde stabil olması için sürekli devlet baskısı uygulanıyor. Bu zeminin dağılmaması, ayrışmaması için, bunun doğru bir zemin olduğuna dair halk devamlı psikolojik bombardımana tutuluyor. Halka bilinç altlarından mesaj gönderiliyor. Hastalıklı unsurlarla halkın bilinçaltına çengel atılarak halk sisteme bağlanıyor.

Bu zemin aynı zamanda ezilen kesimleri sisteme bağlamanın volan kayışlarıydı. Bu zemin bilerek oluşturuldu. Elbette bu zeminden sapmalar olmuştur. Ama bu tasarlanan zemine, solun büyük ölçüde şiddet, işkenceyle, idamlarla, cinayetlerle yok edilip dağıtılması sonucu olarak da tepki gösterecek bir güç olmaktan çıkarılmasına neden oldu. Daha doğrusu sol bu zemini bozacak bir seçenek olmaktan çıkıyor ve bu zemin böylece tek başına belirleyici zeminmiş gibi görünüyor.

***

Böyle bir zeminde, böyle bir sosyal ortamda sol ne yapmalı? Fransız Devrimi’nin liderlerinden Danton, Politikada başarının sırrı; atılganlık, atılganlık yine atılganlık! diyor. Kimi çevirmenler bu sözü şöyle çeviriyorlar: cüretkârlık, cüretkârlık yine cüretkârlık!

Bu apolitik zemini dağıtmanın, bu susturulmuş, çelişkileri nötralize edilmiş, tepkileri kontrol altına alınmış, bilinç altlarından yakalanmış, birtakım psikolojik savaş yöntemleri ile sisteme bağlanmış bu kitleleri, zemini bu hale getiren yapılardan hesap soracak duruma getirmek için Türkiye’de bir muhalefet, güç, bir seçenek ortada görünmüyor.

Bütün bu tablo ortadayken, örneğin milyonlarca insan bu tablodan rahatsızken, bu oran seçimlerde %50 civarındayken, bu %50 kitle harekete geçirilip aktive edilemiyor. Örneğin Cumhuriyet tarihinin en büyük barışçıl halk ayaklanması Gezi’nin sonunda bir kurumsallaşma yaratılamıyor. Yaratılan sonuç da sürekli kılınamıyor. Belli bir organizasyonla güçlü kanallara akıtılamıyor.

***

Burada, muhalefetin örgütlülüğünü, irade eksikliğini ve cüretkârlık noksanlığını görüyoruz. Bu toplumu harekete geçirecek gerçek anlamda oluşmuş bir irade yok, cesaret yok, bu cesaret ve iradenin harekete geçirebileceği bir örgütlü yapı yok, bir dayanışma ağı yok. İhtiyaç olan bu. Özellikle dayanışma ağıyla, bu kitleyi eyleme geçirme tarzıyla dayanışma ağının aynı anda inşa edilmesi gerekir. Dayanışma ağını inşa ederken, kitleleri eylemleştirmek ve bir cüretkârlığa sahip olmak. Bunu sürekli kılacak çelik bir irade oluşturmak.

Volantirizm diye bilinen bu irade oluşturma sürecinin, bu öznel koşulların yaratılması konusunda sosyalistler yeterli duyarlılığı göstermiyor ve bir de yeterince cüretkâr davranmıyor ve bütün bunları mümkün kılacak bir düşünce açıklıkları, teorik ufukları, siyasal stratejileri, iradeleri yok. Bütün bu noksanlıklar sonucunda bu zemin, durum kabul edilmese bile varlığını sürdürebiliyor.

Burada sosyalistlerin yapması gereken; topluma teorik bir izahta bulunmak, bir ufuk oluşturmak ve bunu yapacak cesur insanları bir araya getirip cüretkârca davranışlarla kitleleri eylemleştirmek, hakkını arar hale getirmek ve bunu yaparken de bunu yapacak insanları bir araya getirecek örgütü yaratmak. Eksik olan bunlar. Bunlar yapıldığında bu tavır değişecektir ve bu uzatmaları oynayan siyasal İslam faşist ittifakı da tarihin çöplüğüne gönderilecektir.

Ama sol, bu öznel koşulları oluşturmada geç kalırsa, başarı gösteremezse, bu konuda lakayt davranırsa, yeterince çaba, emek , cüretkârlık, zihin teması, teorik yoğunluk gösteremezse yine bugünkü tablo değişebilir ama tam anlamıyla radikal bir demokrasiye yol açmayabilir bu değişim. Bunlardan kurtulmanın yolu; solu gerçek sol haline getirmek, Atatürkçülerin gerçekten gericilik karşıtlığı yanını iyice geliştirmek, Atatürkçülüğün bu aydınlanmacı, laik yanıyla bütünleşerek bir güç oluşturmak.

Kürt halkının da herkesten daha çok aydınlanmaya, laik düşünceye, laik yaşamaya ihtiyacı var. Çünkü feodalizm en çok orada güçlü. Aşiret, ağalık yapıları hâlâ güçlü. Marabalığın izleri en çok orada var. Feodal kalıntılar en çok orada mevcut. En çok baskı Kürt halkı üzerinde var. Hem devlet baskısı, hem yerel egemen güçlerin baskısı ağır biçimde hissediliyor. Kürtlerin en çok demokrasiye, aydınlanmaya, laikliğe yaşanan pratik hayat açısından ihtiyaçları var.

Kürtler, toplumun tüm ezilenleri, aydınlar, Atatürkçüler, solcular; hepsi bir araya gelip bu halk teması örneklerinden hareketle, bir demokrasi ittifakı, iradesi ortaya koymalı ve bu başarılırsa kesinlikle istenilen sonuca varılacaktır; Türkiye değişecektir, bu gerici, faşist tehditlerden, zulümden kurtulacaktır.

Naim- Söylediklerin doğru. Yalnız Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana 40 yıldır sol, çeşitli nedenlerden ötürü örgütlenme ve örgütleme becerisini gösteremiyor. Doğal önderlik solun makus talihini yenmede ne kadar çare olabilir? Bu konuda dünya örnekleriyle birlikte konuşalım…

Cengiz- Dünyaya baktığımız zaman; örneğin bir fabrika direnişini, ağalığa karşı köylü mücadelesini, yoksulların toprak mücadelesini, evsizlerin konut elde etmek için konut işgallerini veya okullar bölgesinde gençlik hareketini düşündüğümüzde oralardaki kitleyi harekete geçiren hep doğal önderler vardır.

Örneğin Deniz Gezmiş, atanmış bir önder değildi. Öğrenci mücadelesinin içerisinde kendini kanıtlamış, şekillenmiş doğal bir öğrenci lideriydi. Kemal Türkler, maden işçiliğinden Maden-İş ve DİSK genel başkanlığına varana kadar doğal önderdir. DİSK eski başkanlarından Abdullah Baştürk doğal önderdir. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın etrafındaki meşhur sendikacı İsmet Demir(Yalınayak İsmet) müthiş sevilen, çok başarılı, örgütçü doğal bir önderdir.

***

Rusya’da mesela Sverdlov için Lenin, Rus devrimini tek başına örgütleyen adam, diyor.Sverdlov bir işçi. Ekim Devrimi’nden sonra ilk Rus devlet başkanı Kalinin. Kalinin de bir işçidir. Yani devrimci hareketin doğal bir önderidir.  İşçilikle, emeğiyle       mücadele ede ede devlet başkanlığına yükselmiş bir işçidir. 

Dimitrov, bir  matbaa işçisidir. Ho Chi Minh bir gemi işçisidir, gemide çalışan bir tayfadır. Kalinin, Dimitrov, Ho Chi Minh örnekleri dünya devriminden önemli örneklerden bazıları. Bunlar toplumda mücadele içerisinde sıfırdan başlayarak kendini geliştire geliştire, bir sürecin mücadelesinin önderi olmuş insanlar. Dünyada en başarılı biçimde devrimi, devrimci direnişleri, eylemleri örgütleyenler, bu devrimci örgütleri kuranlar, partileştirenler, cepheleştirenler ağırlıklı olarak hayatın içinden gelen doğal önderler olmuştur.

***

Türkiye’de bu koşullarda bir şey eksik; doğal önderler ve doğal önderlerin organizasyonu eksik. Doğal önderler olmadan ne kadar yetenekli olursa olsun, entelektüel anlamda yöneticilerin hiçbir devriminin başarı şansı olamaz, hiçbir mücadelenin başarı şansı olamaz. Doğal önderlikle kendini eğiten, doğal önderlikle entelektüel anlamdaki önderliğin birleşmesi gerekiyor ama burada belirleyici olan doğal önderliktir. Demokrasi mücadelesi ve devrimci mücadele doğal önderliğin omuzları üzerinde yükselir. Mesela, Harun Karadeniz tam doğal bir öğrenci önderidir.

Naim-  Doğal önderlerin masa başı olan önderlere göre avantajlarını, üstünlüklerini de konuşalım…

Cengiz- Rosa Luxemburg, Spartakistler Ne İstiyor kitabında ilginç bir konuya değinir: İşçi sınıfının, ezilenlerin, yoksulların kendine ait bir içgüdüsü vardır. Bu içgüdü yıkıcı ve devrimci bir içgüdüdür. Bunlar sınıfsal olarak, yaşantıları sebebiyle, içgüdüsel olarak devrimcileşmişler. Doğal önderlerin farkı bu. Bunlar içgüdüsel olarak, sınıfsal konumu gereği, yaşadıkları hayat gereği devrimciliğe sürüklenmiş insanlar. Başta içgüdüsel olarak, bilinçlenme daha sonra olan bir şey.

Örneğin, Zapata. Zapata okuma yazma bilmeyen bir köylüdür. Ama Meksika’yı sarsan, çağdaş Meksika’yı belirleyen, 1910’da başlayan devrimin doğal bir önderidir. Nasıl önder hale gelmiştir? İçgüdüsel olarak, halkı sevmekle, halkı sezmekle, halkın eğilimleriyle özdeşleşmekle, onlardan biri olduğunu hissetmekle, hissettirmekle, davranmakla, sahtelikten uzak bir davranış şekliyle, karakter özellikleriyle kitleleri kendine inandırmış ve devrimin önderi olmuştur. Doğal önderliğin en bariz örneği Meksika Toprak Devrimi’dir. Bu konuyu merak edenler; Robert Millon’un Meksikada Köylü Devrimi(May Yayınları) kitabına bakabilirler.

Mesela, Türkiye’de 15-16 Haziran’ı kim yaptı? Devrimciler, akademisyenler, entelektüeller mi yaptı? Fabrika işçileri, oraların doğal önderleri örgütledi 15-16 Haziran’ı. Bu 15-16 Haziran eylemleri Türkiye tarihinin en büyük sınıf hareketi olarak tarihe geçti.

Doğal önderlik olmadan kadın hareketinin mücadelesi, gençlik, köylü mücadeleleri başarılı olmuyor. Örneğin 1960’ların ortalığı sarsan, ağalara karşı toprak işgallerinin önderleri kimdi? Köylü önderlerdi.

Naim-  Bugün de çevre mücadelesinde başarılı olunan yerlerde doğal önderler var…

Cengiz- Karadenizde HES’lere karşı mücadeleyi yaşlı yaşlı kadınlar yapıyor. Karadeniz’in yaylalarında betonlaşmayı durdurmak için mücadeleyi yaşlı Karadeniz kadınları yapıyor…

Naim- İlâç burada, anlaşılıyor bu. Sürekli birlik, demokrasi çağrıları yapan entelektüellerin, aydınların çözümün doğal önderlikte olduğunu görememeleri sonucu, halkın talepleri diye, öğrenilmiş politik argümanların halk nezdinde karşılık bulmaması tehlikesi var. Bu da halkın harekete geçirilememesine yol açmıyor mu?

Cengiz- Marx’ın ünlü bir sözü var: Bir düşüncenin düşünce olması tek başına bir şey ifade etmez. Düşüncenin hayata geçirilip maddileşmesi, güç haline gelmesi düşüncenin gerçekleşmesi anlamına gelir.

Sen istediğin kadar laf edip, en güzel düşünceyi savunabilirsin. Eğer, bu düşünce hayata geçip, insanlara dokunmuyorsa, insanların hayatını etkilemiyorsa ve insanlar o düşünce etrafında toplanmıyorsa, düşüncen maddileşmemiş demektir.

En doğru düşüncenin bile gerçekleşmesi için topluma, halka mâl olması, halk gücüne dönüşmesi, maddileşmesi gerekir. Bu olmadıktan sonra demokrasiyi, sosyalizmi, bütün kültürleri yutmuş ol, hiçbir şey ifade etmez. Toplumla, halkla, ezilenle beraber; toplumun kaderini, yönünü değiştirmek için mutlaka halk arasında doğal insanları, önderleri bulup onların öncülüğü etrafında koordineli bir yapı geliştirmedikten sonra, yani devrimciliği halkın içerisinde, halkla beraber omuz omuza yürütmediğin müddetçe hiçbir zaman başarı şansın olamayacaktır. Yani arabayı sürmek için direksiyona geçip vites atmak zorundasın. Araba çok mükemmel olabilir ama sürücüsü olmadan o araba gitmez.

13.12.2020

* İnziva Diyalogları

  Hayat Üzerine Diyaloglar

  Umut Diyalogları- Notabene Yayınları

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑