Makaleler

Published on Aralık 23rd, 2022

0

CHP’yi yalıtmak, kitleleri kazanmak | Sinan Baran

İşte tam da burada, devrimciler ve kendine devrimci diyenler, emekçi sol adına hareket edenler bu gerçeği görmeli ve silkinip kendine gelmeli. Başta HDP olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakı, seçim ve düzen oluşumları olmadıklarını hatırlamalı ve HDK ve DTK’yı da işlevli kılarak devrim yürüyüşünü hızlandırmalıdır. Bunun için yapılması gereken, halkımızın bizim kadar iyi gördüğü duruma karşı devrimin tek çıkar yol olduğunu anlatarak; CHP’yi yalıtmak ve kitleleri kazanmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, 600 yıl civarı yaşamış olan Osmanlı devletinin devamı ve mirasçısı olarak kuruldu. Kuruluş hikayesinin temasını; Osmanlı devletinin kendini restore etmek yönündeki milli burjuvazi yaratma, yerleşik-kadim ulusları soykırıma uğratma ve emperyalist sisteme entegre olma gibi adımlarını ivmelendirerek sürdürmek oluşturdu. Pontus Rum soykırımını fırsata çevirerek Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal; hem ittihatçıların soykırımcı karakterini hem de ‘Teşkilatı Mahsusa’ (Topal Osman vd.) yoluyla çeteciliği yeni devletin genlerine aktarmış oldu. Osmanlı’nın borçlarını devralan Türkiye Cumhuriyeti devleti, onun tüm temel politikalarını da devraldı. Bu politikaların başında devletin yüceliği ve kutsallığı, ‘son Türk yurdu-devletini savunma’ propagandası gelir. Bu propagandadır ki, Türk halkını yüz yıllık sosyal-şoven argümanlarla zehirler ve devleti, kitleler nezdinde dokunulmaz kılar.

Türk halkının evlatları daha ilkokuldan itibaren ‘devlet baba’ vb. söylemlerle devletin toplum üstü bir kurum olduğuna ve tüm toplumsal çatışkı ve tartışmaların dışında olduğuna inandırılmıştır. Bunu destekleyen “bölücü Kürt, Ermeni, Yahudi ve Rum” düşmanlığı söylemleriyle, Türkiye kurtuluş savaşı trajedisi üzerinden emperyalist düşmanlığı söylemi, Türk halkını, dünyada tek başına olduğuna ve tek-son savunmasının Türkiye Cumhuriyeti devleti olduğuna inandırmıştır. CHP, elbette ki kendi sınıfsal çıkarları uyarınca, her dönem bu gerçekliğe göre konumlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu partisi olarak CHP, hiçbir zaman işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürt halkının ve farklı inanç topluluklarının taleplerini ve özlemlerini tatminkar şekilde gündemine almamıştır. Devletin bekasını riske attığından en asgari demokrasi talepli söylemleri bile CHP’de çok güdük kalmıştır. Hatta CHP, herhangi bir talebi yüksek sesle dile getiriyorsa bu, kitlelerin önünü alamadığı ve yeniden kitle öfkesini soğutmak için yapılan manevralardan öteye gitmemiştir. Bunun en somut örneği Gezi-Haziran Ayaklanmasıdır. Ve o günden bugüne kitle tabanı ne zaman sokaktan bahsetse, ya söylem değiştirerek gaz alma ya da sabır telkinleriyle kitlelerin umudunu Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde tutma yoluna gitmiştir.

AKP, açık açık emperyalistlerin müdahalesi ve desteğiyle iktidara gelmiş ve tüm iktidar aygıtlarını ele geçirmiştir. O, kemalist Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ittihatçı Osmanlı’dan devraldığı temeli politik İslam ve yeni Osmanlıcılıkla revize etmiş ve kurumsallaşmıştır. Ancak faşist şeflik rejimi, Türkiye’de (Kürdistan tartışmanın bu yönünden muaftır) devrimcilerin yüz yıldır ne kendinde ne de emekçi halk kitlelerinde bir türlü yıkmayı başaramadığı, devlet-ordu vd. kurumların toplum üstü olduğu yanılgısını önemli ölçüde kırmayı başardı. Bugün, tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan halkları nezdinde başta yargı, ordu ve polis olmak üzere devlet kurumları önemli ölçüde güvenilmez ve tehdit unsuru olarak görülmektedir. Bunu başaran, devrimcilerin yıllardır yürüttüğü propaganda bir yana, faşist şeflik rejimidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde, halk nezdinde bu denli güvenilmez ve açıktan çete-mafya devleti şeklinde bir görüntü verilen bir başka dönem olmamıştır. Bunun hem nedenleri hem de sonuçları olan Kürdistan’da yürütülen kirli savaş, ekonomik ve siyasal kriz ve devletin çeteci-mafyacı iç yüzünü açığa çıkaran ifşaatları da eklediğimizde durumun devrimci olduğu görülür.

Devlet-halk çelişkisinin yoğunlaştığı günümüz bakımından politik güçlere baktığımızda herkesin gerçekten de kendi sınıfsal tabanına göre konumlandığını görürüz. AKP-MHP de somutlanan sermaye oligarşisi ve çeteleri, kendi burjuva devletlerinin bekasını her şeyin üstünde tutarak faşist şefe tam biat tebliğ ediyor. Bugün gelinen aşamada kültürel hegemonyasını da kurmanın savaşımını veren politik islamcı faşist şeflik rejimi, benzerlerini geride bırakmaya aday bir tempoyla her kulvarda baskısını artırıyor.

CHP, altılısı ve emekçi soldaki sızıntılarının (Sol Parti ve TKP) bu durum karşısındaki tavrı, devletin bekasının korunmasında faşist şeflikle ortaklaşmanın dışına çıkamıyor. Bununla birlikte faşizme karşı diğer güçlerin konumlanışını daha somut bir şekilde açığa çıkaran bir dizi gelişmenin üst üste geldiği bir süreçten geçtik.

Mersin’deki fedai eyleminin kınanması korosundan tutalım da kimyasal silahlarla katledilen 17 gerillanın kimlik bilgilerinin açıklanmasından sonraki sessiz onaya değin içine girilen politik atmosfer, halklarımızı Kılıçdaroğlu CHP’sine mahkum etmenin bir aracına çevrildi. Kınayıcıların kimyasal katliama karşı sesleri güdük çıkarken, CHP’ye şirin görünmek ve pazarlık kapıları açtırmak adına, fedai eylemi kınama yarışına girdikleri de unutulmamalı.

Yine 42 maden işçisinin grizu patlamasında katledilmesine tepki gösterip de devletin kimyasal silahlarla gerilla katletmesine karşı sessiz kalanların ikiyüzlü tutarsızlığını da eklemek gerekiyor. Bu durum, adeta kınayıcıların devlet algılayışındaki konumlanışının sınıfsal ve halk kitlelerinin de gerisinde olduğunu gösteriyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi Türkiye/Kürdistan birleşik devrimi (ve bölgesel devrim) hiç bu kadar yakın olmamışken, devrimin önündeki en büyük engeli kendine ‘devrimci’ diyen ve emekçi solda konumlanan bu çevrelerin oluşturduğu da açıkça görülüyor. Tabi bu çevrelerin rolünü CHP’den bağımsız ele almamak gerekiyor. CHP ve altılısı, adeta Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının eline (içinde tek mermi, Kılıçdaroğlu’nun olduğu) bir altıpatlar tutuşturarak Rus ruletine mahkum ediyor. Emekçi sol adına burjuvazinin siyasetini yürüten çevreler de bu altıpatları kafasına götürmek için halkımızı iknaya zorluyor.

Oysa unutulan bir şey var, eğer o mermi Türkiye/Kürdistan devriminin başında patlamazsa bile faşist şefin iç savaş ordularının tüm namluları zaten üzerimize çevrili. 7 Haziran 2015 sürecinde bile seçimle gitmeyeceğini ortaya koyan faşist şef, bu kadar ifşa edilmiş suçunun bedelini göze alıp, iktidarı devreder mi? “Kaçacak” palavralarına sığınanlara hatırlatılmalıdır ki, şayet iktidardan düşerse, işlediği insanlık suçlarından dolayı uluslararası mahkemelerde yargılanması gerekecek ve emperyalistlerin desteğinden yoksun kalmış bir diktatörü saklamaya aday devlet bulmak zor. Bir de emperyalistlerin ve bölgedeki petrol zenginlerinin çıkarını bu kadar savunurken faşist şefin gitmesine ve Kılıçdaroğlu’nun Katar’a ve diğerlerine satılmış işletmeleri kamulaştırmasına izin vereceklerini sanmak safdilliktir. Bu durumda halklarımıza sistem içi umutlardan bahsederek devrim ateşine su taşınmasının nedeni ne? Sebep açık; sınıfsal, ulusal ve toplumsal cinsiyet bakış açısı. Neden burjuva/küçük burjuva çıkarlar, neden Türk burjuvazisinin Kürdistan’daki sömürgeci sisteminin korunması istemi, neden kadınlar ve LGBTİ+’ların biat etmek zorunda olduğu ataerkil sistemin korunması ihtiyacı…

İşte tam da burada, devrimciler ve kendine devrimci diyenler, emekçi sol adına hareket edenler bu gerçeği görmeli ve silkinip kendine gelmeli. Başta HDP olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakı, seçim ve düzen oluşumları olmadıklarını hatırlamalı ve HDK ve DTK’yı da işlevli kılarak devrim yürüyüşünü hızlandırmalıdır. Bunun için yapılması gereken, halkımızın bizim kadar iyi gördüğü duruma karşı devrimin tek çıkar yol olduğunu anlatarak; CHP’yi yalıtmak ve kitleleri kazanmaktır. Çünkü denklem çok açıktır. Ya dizginlerinden boşalmış faşizm ya da antifaşist, antiemperyalist, antisömürgeci, ekolojik ve cins özgürlükçü demokratik devrim. Bunun dışındaki diğer tüm yolların çıktığı yerleri dünya tarihi defalarca gösterdi. Kılıçdaroğlu, şayet iktidarı almaya muktedir olsa bile, ya eski kemalist diktatörlüğü revize edecek ya da tarihe bir Musaddık veya Alende daha ekleyerek tarih sahnesindeki rolünü tamamlayacak. Bundan dolayıdır ki, kitlelere anlatmamız gereken tek yol devrimdir.

(ETHA)

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑