..." /> Kadın ve feodal toplum, töreler, daha ötesi... | Gül Güzel

Makaleler

Published on Nisan 11th, 2022

0

Kadın ve feodal toplum, töreler, daha ötesi… | Gül Güzel


Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.” der Maya Angeolu


Bu satırlarıma başlarken öyle çok isterdim ki, bunlar eskidendi, kötü şeylerdi, kadının inkar ve imhasıydı ama şimdi inanç ve toplumlar bu kötü şeylerle yüzleştiler, kanayan yaraları sarıp, iyileştirdiler diyebilmeyi. Ama ne yazık ki, öyle değil. Acımasızca, fütursuzca, arsızca, hicap duymadan kadın cinsine açılan yaralar kanıyor, acıyor, acıtıyor,  öldürüyor… hatta eski haremler yerine açılan G-evler bütün dünyaya yayılarak, devletlerin dahi resmi vergi gelir evleri olmakla yarışıyor…Bu konuda söylenen bazı söylem ve kelimeler de anlamını yitiriyor; hatta daha çok kirletiyor. Öyleki vicdanlara sığmayıp, dilimize almayı bile istemediğimiz o kelimeler ki, onlar bile AR EDER durumda değil. Kadını rehin olmayı, katletmeyi, köleliği yaşatmayı kültür haline getirenlere(!)de…onun için kadına yapılan o zulüm bizden ise, ben bizden değilim!!!

 Büyük bir umutla çeşitli toplumlardaki kadın haklarına dair araştırmalar yaparken, hep hüsrana uğrarım. Çünkü hiç bir toplum inanç, kültür, gelenekleriyle kadın cins ve hakları eşitliğinde ötekinden farklı veya iyi değil. Ortak paydalarda benzeri konularda ortaklaşıyorlar:“kadınlarda, politik ilişkileri muhakeme edecek sakin mizaç yapısı ya da, zihin dengesi de mevcut değildir” ya da “kadınların eşit seçme, seçilme hakkını verirsek, sosyal yapımızda kayıplar yaşanır. Zaten babaları, erkek kardeşleri ve kocaları tarafından yeterince temsil ediliyorlar” ya da “ bu eşit seçme, seçilme hakkını bir kere verdik mi, artık bunun önünü almak imkansız olur. O zaman milletvekili, bakan ve yargıç olma hakkını talep ederler.” Cümleleriyle, patriyarkanın toplumların tamamına yaydığı kadın meselesine bakışı dile getirmek mümkün. Çoğmuzun, “doğan her kız çocuğunun, erkek kardeşleri ile eşit şartlara sahip olacağı yepyeni bir çağ ortamı için mücadele ediyoruz” sözleri, Süfrajet hareketinin manifestosu gibidir. Kanımca, biz kadın cinsi için, Pankhurst’ün dediği gibi,“köle olacağıma, asi olurum” sözleri, kadın mücadelesi ve eşit hak direnişçileri için daha gerçekçi olup, moral verir niteliktedir.

Kadının kölelikten öte ağır tahribatlara maaruz kalması, verilen kadın mücadelesine rağmen gün geçtikçe artıyor. 2013 yılından beri özellikle DAİŞ -İŞİD diye kendilerini adlandıran İslamizm gruplar gasp, imha saldırılarıyla Irak ve Suriye’de tarifi imkansız kadın imhasını gerçekleştirdi/yorlar. İslamizmin inanç gereği talan ettikleri material gasplar gibi, kadın cinsi de savaş ganimeti(!) olarak kaçırılıyor, pazarlarda köle olarak satılıyor, işkence ve tecavüzlere uğratılıyor. Satılmaya karşı direnenler de demir kafesler içinde canlı canlı yakılıyor. Çünkü kadın savaş ganimetidir ve bu anlamda ganimetin kendini savunması veya koruması mübahtır-günahtır ve bir de bu yüzden cezalandırılır… Bütün bunlar gündemimizde de yer almaya devam ederken, kadının maaruz kaldığı inkar ve imhaları birlikte değerlendirelim…

Toplumsal cinsiyette kadının rolü 21.yy.da da rakımın en alt taraflarında durmaya devam ediyor. Ait olduğumuz toplumda, ‘’Erkek çocuğu soyumuzu sürdürecek!’’ denilir ve bu tutum hala bütün dini inançsal ve feodal toplumlarda da benzeri deyimlerle ifade edilir. Bundandır ki, taa doğdukları andan itibaren erkek çocukları el üstünde tutulur, onu doğuran anneye de o denli değer verilir. Ama kız çocuğu doğduğunda ise, hiç de hoş karşılanmayandır ve annesine de o yüzden aşağılayıcı muamele edilir; belli bir süre eşi tarafından kabul bile görmez. Kadın cinsi, bütün bunları algılayamayacak 13 – 15 yaşlarında ve kendinden iki-üç katı kadar yaşlı erkeklerle evlendirilirken de, küçük yaşta köleliğe adım atar ve özgür düşünmeyi bile öğrenemez…

Kadın cinsinin köleliği, değersizliği binlerce yıllardır oluşmuş olan töre, gelenek, görenek, dini inanç ve ataerkil feodal toplum değerleri üzerinden yükselmiştir. Erkek egemen ideolojisi, toplumun her alanında hakimleşmesini sürdürürken; Kadını baskı altında tutarak, cinsel obje konumuna sürüklemeye devam ediyor. Kadın, erkek ile eş değerlere sahip bir birey olmaktan öte, erkeğin iki dudağı arasındaki emre itaat etmeyi, söylenenleri, öğretilenleri kabullenmesi ve yaşamında uygulaması dışında imkan bırakılmayan bir cins haline getirilir. Halbuki, ‘’Esaret bağlarında Gül olmaktansa, Özgürlük dağlarında Diken olurum’’ diyen Yılmaz Güney de, bu konuda gerekeni net bir şekilde ifade etmiştir.

Bir de BAŞLIK PARASI illeti var ki…

Feodal toplumlarda  başlık parası geleneklerden biri olarak günümüzde de hala devam ediyor. Ancak, yaşadığımız modern(!) teknoloji çağı, insanın yaşamını çok illeri noktalara taşırken, toplumun da bundan bağımsız kalmaması gerekir. Belki de o yüzdendir ki, son senelerde nihayet başlık parası denen o büyük garabetten eskisi kadar söz edilmiyor. Acaba bu konuda gerçekten bir değişim- dönüşüm mü var? Yoksa, şekil ve söylem tarzından mı bir değişiklik var?…

Kaldırıldığını ve kendisinden çok söz edilmeyen başlık parası, günümüzde ki yeni tabiriyle,”Süt hakkı” olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki, her kadın, istekli veya isteksiz,  bilinçli  veya  bilinçsiz  doğursun; gerçekleşen doğumdan sonra kız ya da erkek, her çocuk en az ilk altı ay anne sütü ile beslenmek durumundadır.

Ait olduğumuz toplumda da yeni doğan bütün çocuklar anne sütüyle beslenir. Daha büyüme aşamasındayken de kız çocuğu ev işinde, tarlada annesinin yardımcısıdır. Böylelikle kız çocuğu bebekken emdiği sütün bedelini zaten fazlasıyla ödemiştir. Evlilik yaşına gelinceye kadar da anne, baba ve kardeşlerine hizmet etmekle mükelleftir. Evleneceği kişiyi ise, çoğunlukla beğenip seçme hakkına sahip değildir. Çünkü  evleneceği kişi de önceden ailesi tarafından zaten belirlenmiştir. Bir çoğu da ‘Beşik kertmesi’ geleneği ile doğuştan sevme – sevilme hakkından muafdır.

Kız çocuklarına/kadınlara, babasının mirasından da hisse verilmez. Töreler ve gelenekler böylelikle kadınlar için yine kendi imhacı yasalarını yürütürler.  Kadın susar. Kadın hak talep etmez. Hakkını talep eden olduğunda da emdiği süt zaten burnundan getirilir; dünyası cehenneme çevirilir.   Hatta daha da ileri gidilerek, öldürülmeye kadar gidilir. Böylelikle kadın şahsında, örf ve törelere de uyularak, bütün insani haklarından mahrum edilir…Bir de böylesi bir haksızlığı  çok doğalmış gibi, toplumun tüm bireyleri izler ve aynı haksızlığın sessizce suç ortağı olurlar. Çünkü ilerde toplumun diğer bileşenlerinin de aynı şeyleri yaşayacağı düşünülür(!) ve bu yüzden kimse bu niteliksiz, gereksiz, adaletsiz tutuma karşı gelmez…malum, kadına yapılan tüm bu haksızlıklar, gelenek ve töreler gereğidir!!!

Ya kadın kendi kadınlık değer ve bilincine ulaşırsa…

Binlerce yıllardır gelenek, görenek, töreler, feodal toplum kurallarına mahkum ve kurban edilen kadın cinsi, 21.yüzyılda, kendi hakları için mücadeleyi öğrenmeye başladı. Bu anlamda direnen, başkaldıran, susmayan kadın, aynı zamanda dünyayı da değiştirip, güzelleştirecek olan kadın konumuna geliyor. Susmayan, itaat etmeyen kadınların varlığı ile değişecek olan Dünya ve yaşadığımız coğrafya yalnız kadını değil, beraberinde erkeği de değiştirip, özgürleştirecek güçe sahip olma yolunda.

Kuzey-Doğu Suriye/Rojava’da 2005 yılından beri gerçekleşen ‘’Kadın Devrim Mücadelesi’’ oldukça umut verici ve kadınların yüreklerine serin su serpecek durumda. Kadının özgürlüğü temelinde Ekolojik, ökolojik, eşit hak temelleri de esas alan Jinoloji bilimi, bütün dünya kadının özgürlük mücadelesindeki hayallerini gerçekleştirmeye aday ve örnek durumda…

Bütün bir insanlığın utanç damgası olan ‘Gerdek Gecesi’ vahşeti bitmedi ve bu durum kaldığımız yerde değil, olduğumuz yerde de hala devam ediyor. Buna bir de, 13-14 yaşlarındaki kızların sünnet edilme vahşeti büyük bir hızla Yakındoğu’ya da yayılarak gelişiyor!!! Diyerek, şimdilik bu konuya virgül bırakarak, benzeri konulardaki yazılarda buluşmak dileğiyle.


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 11.04.2022

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑