Makaleler

Published on Kasım 22nd, 2022

0

Rojava’ya dair izlenimlerim ve dahası | Gül Güzel


Gül Güzel

Mezopotamya topraklarının kadim Kürt halkına aidiyatım beni sürekli aktif hareket etmeye, düşünmeye, mücadele etmeye sevk etti. Bu amaçla, az sayılmayacak seyahatlarım ve gözlemlerim oldu. Bu gözlemlerimden bir bölümünü, 20 Kasım 2022’den beri yine işgalci güçlerin silahlarıyla bombalanmaya başlanılan Rojava’ya dair. Bu konunun önemli olduğunu düşünerek, okurlarımla gözlemlerimi paylaşmak istedim.

Ekim (2013) ayı’nın başlarında bir grup arkadaşla Özgür Kurdistan  ROJAVA’yı ziyaret etmek için yola çıktık. Güney Kürdistana vardıktan 3 gün sonra Kürdistan bölge tönetiminin en üst düzey dış ilişkiler yetkilisi Dr. Hamid Ahmad’ın Rojava’ya gidebilmemiz için garantilediği izinle Seemalka sınır kapısında olduk. ‘’ sınırı geçmek için resmi izni biz veriyoruz, ama karşıya geçtiğinizde dağ, taş, yaprak, toprak, kuş yani herşey Onlar(YPG)’ın kontrolü altındadır’’ diye ima etmeyi de ihmal etmedi sayın Hamid Ahmad bey. Kısa bir kontroldan sonra, geldikleri Güney Kürdistan mülteci kamplarında bir süre sığınmacı kalan ve kamplardaki yaşam şartlarına dayanamıyan bir grup Suriye’li mültecilerle birlikte, kavuniçi renkli sandallarla oldukça pervasız bir şekilde kirletilen Dicle ırmağının gözyaşlarını anarak, öteyakasına geçtik.

Daha ayaklarımız yere değdiği ilk anda özgür Kürdistan’da olduğumuzu güçlü bir şekilde hissettik. Bizi gözleri gülen, güzel dost yürekli hewal’ler karşıladı. Şimdiye kadar defalarca gittiğimiz Kuzey Kürdistandaki kontrol noktalarında gördüğümüz Jandarma ve polis güçlerinin sevimsiz, otoriter yüzlerinin tersine, insanca, insana güven ve sevgi veren güler yüzlü insanlar. İnsana insanca değer veren ve öylesine de davranan Hewaller. Bu pek de alıştığımız bir durum olmadığı için, özgür Kürdistandaki özgür insanların bu erdemliliğini ve farklılığını da gözlemledik.’’ Biz insanları korkutmak için değil, onların korkularını gidermek ve korumak amacıyla hizmet ediyoruz’’ sözleri oldukça çok duyduğumuz sözler oldu. Hazırlanan arabalara binmeden önce sınırın kontrolünden sorumlu arkadaş ‘’çayımızı içirtmeden sizi yollamam’’ diyerek yine farklılıklarını gösterdi.

        Dérik ve devrim –Demokratik Sosyalizim

Gittiğimiz-geçtiğimiz yollar genellikle toprak yollardı. Onun için bu yumuşak toprak tabandan arabanın arkasında büyük toz bulutları oluşuyordu. İlk durağımız Dérik oldu.

Şehrin kokusu bile özgürlüğü çağıştırıyordu. Gördüğümüz herkes özgürlüğün gururuyla heyecan içinde gülümsüyordu. Yolların kenarında bizi gören insanlar-aileler hep birlikte elleriyle yaptıkları özgürlük işaretleriyle, mutluluk ve sevinçlerini belirtiyorlardı.

Şehri ve kurumları gezerken, kadın arkadaşların her kurumda muhatap temsilci olmaları, yapılacak işlerin organize ve koordinasyonundaki öncülükleri özgürlüğü ivme ivme örüyordu. Bütün çalışmalar devletin her türlü baskısını ayaklar altına alarak, demokratik toplum örgütlenmesi, halkların kendi kendini örgütleyerek, yönetecek, özgürce birarada yaşama çerçevesinde gelişiyordu.

 Burada başarılan en büyüğü, demokratik ulus örgütlülüğünün net bir şekilde hayata yansımasıydı. Halkların renkli mozayiği karşılıklı kabul etme, hoşgörü, birbirlerinin ırk, renk, dil, din ve en önemlisi cinslerinden rahatsız olmaması. Tabii okul öğrencisi çocuklar da aynı duygular içindeydiler. Zannedersem en çok çocuklar bu özgürlüğü tadıyordu. Şimdiye kadar okullarda Arapça dilini öğrenmenin zorunluğunun tersine, şimdi haftada 3 saat anadilleri kürtçeyi öğrenmeleri, mutlu olmalarının bir yanı, diğer yanda ise iyi Arapça konuşamadıkları için dövülen, cezalandırılan ve bu yüzden okula istemiyerek giden çocuklar, artık severek okula gidiyorlardı. Çünkü ‘’öğretmenlerimiz bizi artık dövmüyorlar ki, onlar da bizden, yani hepsi bizim hewallerimiz. Ama yanlız biz kürt çocukları değil, diğer halklardan olan çocuklar da bizim gibi şimdi haftada 3 saat kendi Ana dillerini öğreniyorlar’’ diyorlar.

         Dérik halkı diğer özgür Kürdistan şehirleri gibi bütün olumsuzluk ve savaş ortamına rağmen kendi yaralarını kendi sarmayı başarmaya çalışıyor. İnsanlar burda daha iyi bir sosyal demokratik yaşam ortamını yaratmak için adeta zamanla yarışıyorlar. Oluşturulan mahalle halk meclisleri, konseyler çerçevesinde tabanın yukarıya doğru oluşturduğu sistemle, adaletin hakim olduğu kendi kendini yönetme şekli hergün biraz daha bilinçli bir düzeye ulaşıyor. ‘’geçen sene kışın çok zorluk çektik. Elektrik üzerimizden kesildiği için kendi olanaklarımızla petrolümüzün sadece az bir kısmını arındırabildik. Arındırdığımız petrolü ailelere paylaştırarak evlerini ısıtmalarını, benzeri ihtiyaçlarını gidermelerini sağladık. Ama bu sene kendi imkanlarımızı geliştirerek daha fazla petrolü arındırabildik. Böylelikle hem ailelerimiz yeterli gaz ihtiyacını gideriyor. Hem fırınlarımız çalışıyor, hem kalan kısmını da çok az bir fiyata benzin istasyonlarında satabiliyoruz’’ diyorlar. Benzin istasyonlarının hem güvenliğini hem de petrol satışını yapan YPG/YPJ’li gençlerin onurlu ve yaşlıca babaları…

Asayiş güçlerinin oluşturduğu güvenlikle, Dérikte daha önce gündüzleri dahi dışarıya korkudan çıkamayan halk, bu güvenceyle, gece saat 23-24 sıralarında dahi özgürce hava almaya, gezmeye çıkıyor. ‘’Özgürlüğümüzü içimize sindiriyor, tadını çıkaryoruz’’ söylem ve tebessümleriyle.

         Kadın devrimi

         Rojava’nın Qamişlo şehri, görmeyi çok istediğim bir Kürdistan şehri. Şehre girdiğimizde iki tarafında dükkanların bulunduğu bir sokaktan çıkabilmemiz yoğun kalabalıktan dolayı çok da kolay olmadı. Hani ‘’pirinç atsan yere değmez’’ tabiri vardır ya, işte öyle bir şeydi. Daha sonra kırmızı-sarı-yeşil renkli harflerle yazılan ‘’Mala Gel’’ tabelası. Bir kaç sokak ötede PYD parti binası. Burası çok sevdiğim yerlerden biri oldu. Belkide zihnime kadın renginin en çok kazıldığı yer olması nedeniyle. Eşbaşkanlar bütün kurumların daha çok kadın arkadaşlar tarafından idare ve temsil edilmesi, kadın devriminin en göze çarpan belirgin haliydi. Kadınlar mutfak ve benzeri yerlerde hiç yoktu. Bu tür yerlerde erkek arkadaşlar hizmet veriyordu. Zoraki bir hizmetten öte, erkek arkadaşların da bu devrimin özünü benimsemiş olmalarının sonucu ve hallerinden de oldukça memnun oldukları da belli oluyordu. Erkek- kadın herşey, her iş el-ele yürüyordu. Aynı YPG ve YPJ gibi. Herkes görev aldığı yerde özgüveniyle gerekirse yazıyor, konuşuyor gerekirse Kalaşnikofu ile savunmayı…  

Genç kadınlar, çetelere karşı erkek mücaledeciler gibi oluşturdukları birliklerle ve onurlu duruşlarıyla hem silahlarına hem de devrim sürecine hakimler. Gülen yüzlerinde açılan güller gibi silahlarıyla halkların özsavunma mücadelsinin de öncülüğünü yapıyorlar. Diğer yanda, bütün etnik grupların temsil edildiği kadın dernekleri de, özgürlüklerini daha ileriye taşımayı örnek alıyorlar. Arap, Asuri, Suryani, Yezidi, Ermeni ve kürtlerden oluşan bu mücadeleci kadın insiyatifleri, Rojava devriminin öncülüğünü ve rengini yansıtıyorlar. ‘’Biz Amed’de katıldığımız kadın konferansındaki düşünceleri kendimize hedef aldık. Onun için, yanlız Rojava’daki devrimin öncüleri deği, genelde bütün Suriye’deki kadınların haklarını elde etmeleri için mücadele edeceğiz. Yapacağımız yasa önerisi paketiyle Suriye devletinin, kadın hak ve özgürlüklerini kanun değişikliği ile yasal güvenceye alması için mücadele edeceğiz. Kadına dair aile içi şiddeti, zoraki evlilik, çok eşli evlilik, fuhuş ve kadının gerektiğinde sığınabileceği merkezleri oluşturarak, mücadele edeceğiz. Suriye’de yaşayan tüm Kadınları çalışmalarımızla özgürleştirmeye götüreceiz ’’ gibi iddialı, kararlı duruş ve hedefli kadınlar. İşte bütün bu sosyal demokratik devrimin renklerini oluşturan kadın- erkek cinslerin onurlu, gururlu, namuslu ve adaletli mücadelesi Rojava’yı süsleyip, onurlandırıyordu. ‘’Daha başındayız, daha güzel yarınlar oluşturma çabası içerisindeyiz. Ama ilk önce Türkiye ve Irak sınırlarının açılması, üzerimizdeki ambargo’nun kalkması gerekiyor’’ gibi eleştiri ve çağrıları çokca duyduk. Tabii çok yerinde taleplerdi bu söylenenler. Her iki ülke sınır kapılarında bekletilen sağlık malzeme- gereçleri, elektrik üretmek için lazım regenatör/motorlar sadece bunlardan birkaçı. ‘’eğer sınırları açsalar, ürettiğimiz tahıl, pamuk, zeytin ve sebzeleri satabilir, hiç bir şeye ihtiyacımız kalmaz. Tabii petrolümüz de aynı durumda’’ diyen Rojava’nın özgür halkları.

Her kürt şehrinde olduğu gibi Qamişlo’da da şehitlik mezarı-anıtı inşaa edilmiş. Bu şehitlikte şehit düşen savunma güçleri yanında katledilen bir çok devrimci insanın da kabri var. Bunlardan birisi seneler önce Stuttgart’dan yurtdışı edilen Mele Mahmud/Seyda arkadaşın anıtı. Aslında bu yolculuğu planladığımız zaman en büyük hayallerimden biri de Qamişloda Seyda’yı görmekti. Ama haince katledilen Seyda sadece konuşamayan beyaz anıtı ile beni selamladı. Duygusal, isyankar anlatılması zor anlar…

Özgürlük kalesi – Serékani

         Serékani Ramazan orucu sürecine kadar El- Nusra, El Kaida ve diğer çeteci grupların elindeydi. YPG güçleri Ramazandan dolayı silahlı savaşı durdurmuş, bayramın da bitmesini bekliyorlardı. Ancak YPG’li arkadaşlarından birinin 14 Eylül’de sokakta dondurma yediği için Çeteci gruplar tarafında baskıya uğraması sonucu, 4 gün süren müdahaleden sonra 18 eylül (2013) günü Serékani YPG güçlerinin denetimine alınarak özgürleşiyor. ‘’Bir dondurmanın yenmesinin hangi sonuçları yaratacağı önceden hiç bilinmez’’ diye anlatırken gülen halkın savunma güçleri.

         Yolculuğumuzu düşündükçe Cennet ve Cehennemi bir arada yaşadığımızı düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu durum Dérik ve Qamişlo’da ne kadar göze ilk bakışta çarpmasa da Serékani ve çevresindeki Yezidi köylerinde bütün çıplaklığı ile göze çarpıyordu. Serékani hala kısmen savaşın kanayan yaraları içinde. Bazı sokakları insansız, korku uyandıran adeta hayalet şehri intibası yaratan bir halde. Savaştan ayakta kalan binaların duvarlarına El- Nusra, El Kaida ve benzeri çete grupların katlettikleri insanların kanlarıyla yazdıkları tehditler. ‘’kafirler sizi katledip, imha edeceğiz’’ v.b. ithamlar ve altınada hangi çeteci gruptan oldukları…  

YPG güçlerinin güvencesi altında yürüdüğümüz sesiz bir sokakta bize doğru gelen, Arap kökenli bir kadın, çaresizliğini bize anlatmaya çalışıyor. ‘’ bizim dükkanımız vardı. Eşim her gün Rakka’ya arabasıyla gidip taze meyva- sebze getiriyordu. Son olarak Mayıs (2013) ayı’nda gittikten sonra bir daha geri dönmedi. Birkaç ay sonra sokağa çıktığımda Çetelerin bizim arabayla sokakta gezdiğini gördüm. YPG’li arkadaşlara gidip, durumu anlattım. YPG’liler arabamızı kullanan iki kişiyi tutuklayıp, arabamızı da bana getirdiler. Ancak çeteler hergün telefon ederek, eğer arabayı geri vermez ve arkadaşlarını serbest bıraktırmazsam çocuklarımı öldüreceklerini söylediler. Onun için arabayı onlara geri vermek zorunda kaldım. Eşimi katletmişler, arabamızı da elimizden aldılar, ben tek başıma 6 çocuğuma nasıl bakacağımı bilemiyorum’’ deyip ağlayan mağdur Arap bir Anne…

Serékani’nin anacaddesi üzerinde Esad rejimine ait olup, daha sonra Çetelerin hapishane, işkencehane olarak kullandığı çok katlı büyük bir bina. Binanın duvarları atılan bombalarla yarı yıkık durumda, kapının yanında park edilen araba markası dahi tanınmayacak şekilde yakılmış. Her şeyiyle insanın tüylerini ürperten bir yer. Biraz ötede Pazar dükkanları. Bütün anacadde boyunca yüzlerce dükkan. Soyulduktan sonra bombalarla paramparça olmuş  dükkanlar…

Fazla gitmemize gerek kalmadan önce talan edilip, daha sonra ateşe  verilen şehit Rüstem Cudi’nin amcasının ve kardeşinin evi. Adeta bu taş ve toprak yapılardan düşmanca öç alınmak istenmiş. Yerlerde bıraktıkları TAMEK konserve kutuları kimlerin bu zulmü yaptığına tanıtlık ediyordu. Talan edildikten sonra herşey tahrip edilip yakılmıştı. İnadına yangından kısmen de olsa yanmıyan oyuncak ayıcık ve bir kaç mücevher torbacıkları ve yine yıkık yanıklar içinde kadınların kırmızı renkli pullu elbise artıkları içinde vahşeti bütün çıplaklığı ile gösteriyordu. İşte ‘’burası cennetti ama biz cehenneme çevirdik’’ dedirttircesine… Halbuki bir avlu içindeki içiçe olan bu iki evin talan edilip, yakılmadan önce ne kadar güzel olduğu, bahçe içindeki fıskiyeli su havuzu ve etrafındaki oturma kürsüleriyle, insanların burada ne kadar huzurlu ve mutlu yaşadıkları ima ediliyordu.

Katledilen halklar, talan edilen köyler

         Asayiş güvencesi eşliğinde gittiğimiz bazı çevre köyler yine ‘’kuş ötmez- kervan geçmez’’  halde karşımıza çıkıyor. Uzaktan bakıldığında yeşillikler içine kurulmuş en az yüz hanelik büyük köyler. Bu köylerden biri olan Chafa -Yezidi köyü. Köyün içinde gezmeye başladığımızda beni ençok insanlığımdan utandıran ve yapılan vahşete isyan ettiren bir yer. Canlıya dair hiç bir sesin gelmediği, hiç bir canlının gezmediği, sadece yangın ve zulümden kaçabilen siyah iki köpek ürkek adımlarla köyün etrafında bazen dönüp duruyorlar. Ama hiç kimse kapıyı açıp, onlarla artık ilgilenemiyor. Yakılmadan önce çok güzel ve insanların birbiriyle akrabalık bağları çerçevesinde birlikte yaşadığı zengin ve güzel bir yer olduğu intibasını veren bir köy. Bütün evler önce talan edilip, ondan sonra ya karargah olarak kullanılmış veya toptan ateşe verilmiş. Tavanları ve duvarları ateşten yanıp çöken evler… Evlerin önünde buğday, bulgur- yarma, zeytin ve benzeri besin ürünlerinin hazırlanmasında kullanılan çeşitli büyüklüte taş ve toprak küpler, eşyalar. Kısmen yanmış ve yıkılmış olsa da köyün ne kadar zengin olduğu ve çokca tarım ürünlerine sahip olduğunu belirten imgeler. Diğer yanda sulanmadıkları için zeytinleri dallarında kurumuş, boyunları eğik zeytin ağaçları… Köyün yakınındaki tepeye vardığımızda görgü şahitlerinin bize gösterdikleri yer, herhalde yaşadıkça belleklerimde silinmeyecek. Bu tepenin eteklerinde yemyeşil vadiler ve sesiz- narin akan çayı, işlenen katliama bir kaç hafta önce şahitlik etmiş. Tepenin vadiye bakan yamacında başları kesilen insanların akan kanları ve kesilen saçları hala canlı bir görünüm sunuyor. Olaydan sonra yağmur yağmadığı için kan birikinti izleri ve siyah saçlar hala kesildikleri yerlerde. ‘’insanları yere yatırıp, başlarını kesip, arka boynundan bellerinin üstüne atıyorlar. Bunu yaparkende üç kere Allahü Ekber diye bağırıyorlar’’ diyor bu görgü tanıkları. Evlerinden ayrılmak istemeyen bir kaç Yezidi halkının uğradığı bu katliam ortamını acılar içinde bırakıp, gidiyoruz. Yolumuzun üzerinde bir YPG tepesine uğruyor, orada biraz bilgi ediniyoruz. Az ilerde de YPG güçlerinin sağladığı güvence altında pamuklarını toplayan bir grup köylü görüyoruz.

         Okullarda devrim

         2011de Rojava’da başlayan devrimle, okullardaki sistem de değişmiş. Kürt, Arap, Asuri, Süryani, Ermeni v.b…halkların çocukları artık korkmadan okullara gidiyorlar. Rojava’daki devrim ile Esad inkarcı sistemi eğitimi de yıkılarak, yerine halkların kimliklerine hizmet eden, hizmet veren adaletli okul sistemi oluşturuluyor. 2013 eğitim yılıyla birlikte Rojava’da yaşayan bütün etnik kimlikli çocuklar okullarda anadillerinde haftada 3 saat eğitim görüyorlar. Zamanla bu anadilde eğitim saatlerinin fazlalaşacağı teminatı da veriliyor. Tabii bu duruma en çok çocuklar seviniyor. ‘’Artık anadilimizde eğitim görüyoruz. Yanlız biz değil, tüm diğer Arap olmayan çocuklar da. İyi Arapça bilmediğimiz için artık öğretmenler bizi dövmüyor. Çünkü hepsi bizim hewallerimiz’’ diyen bir öğrenci ve sanki ablasının sesini bastırmak isteyen  3 yaşındaki kardeşi  Ramia, ‘’Apo, APO, Apo’’ diye bağırmaya ve ilgimizi çekmeyi başarıyor.

         Her şey halka ait

         Artık Suriye devlet sisteminin arsa tapuları, mal sahipleri yok. Kurtarılan özgür alanlardaki toprak, mal, mülk her şey halkın egemenliğinde. Kimin neye, ne kadar ihtiyacı varsa, halk meclisi tarafından belirlenip, kişiye veya aileye veriliyor. Tarla, ev, arazi, gaz-benzin ve diğer bütün ihtiyaçlar. Sağlık hizmetleri ve ilaç konusunda sınır kapılarının kapalı olması, uygulanan ambargodan dolayı sorunlar olsa da, genç kürt genç doktorlar halka hizmet etmek için çok yoğun bir şekilde kurulan sağlık yerlerinde hummalı bir şekilde imkanlarını kendileri kısmen yaratarak çalışıyorlar. Yanlız kürt halkına değil, yaralı gelen çeteleri dahi ameliyat edip, sağlık hizmeti veriyorlar. Bu konuda şimdilik 4 şehirde acentalarını açan Heyva Sor Kurd kurumu da halktan gelen yardımlarla yine halka yardım etmeye çalışıyor.

Halkların güvence ve umudu:

       YPG, YPJ ve Asayiş      

         Rojava’da gidebildiğimiz her yerde, ziyaret ettiğimiz tüm STÖ’inin, tüm parti temsilcilerinin, her ırkta ve inanışa sahip her kesin ortak tespiti vardı. Her kes dili döndükçe kendi diliyle bize anlatmaya çalıştı. ‘’YPG/YPJ’nin dışındaki diğer tüm islamist gruplar hiç ayırım yapmadan evlerimizi soyuyor, yakıyor ve bizi öldürüyorlar. Onun için bu gruplar bize korku ve vahşetten başka bir şey vermiyor. Halbuki YPG/YPJ ve asayiş bütün imkanlarıyla ırk,cins, dil, din ayırımı yapmadan hepimizi koruyorlar, bizim korkularımızı gideriyorlar. Verdikleri bu güvenceden dolayı çeşitli yerlere kaçan çoğu insan yine kendi yerlerine dönüyorlar. Bize halkların kardeşliğinin gerçekliğini gösteriyorlar.’’ Cümleleri ve sözleri. İç güvenliği sağlayan Asayiş her sokakta, her Pazar yerinde, her kurumda, yani her yerde gezerek halkların güvenliğini ve adaletli hakkaniyeti sağlıyorlar. Yapılan adaletsizliklerin, uygunsuz hareket edenleri kontrol altına alarak, gerektiğinde suç işlemiş olanı tutuklayarak, halk mahkemelerine sevk ediyorlar. İşte bu yüzdendir ki, Rojava’lı halklar artık güvence içinde yaşıyorlar.


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 22.11.2022

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑